İSTANBUL BEYEFENDİSİ BİR ERZURUMLU
Orhan Okay, 1959'da Hocası Mehmet Kaplan tarafından Erzurum'a davet edilir. Orhan Okay, Tanpınar'ın ve Mehmet Kaplan'ın talebesidir, fakat onlardan önce Nureddin Topçu'nun talebesidir.
millivicdan.org - Orhan Okay'ı 86 yaşında kaybettik... “Asırlık çınar” denilebilecek şahsiyetlerimizdendi; yaşı bir asıra yaklaşmıştı, fakat onun ötesinde, asrı aşan bir değerimizdi. Sadece edebiyat tarihçisi, araştırmacısı değil, edebiyatçı idi aynı zamanda.
Orhan Okay, Fatih Camii avlusunda son defa Türkiye'nin her yerinden gelen edebiyatçılar ve edebiyat araştırmacılarını bir araya getirdi.
*
İlk şiirim Hareket dergisinin 1967 sayılarından birinde yayınlanmıştı. Böylece farkında varmadan bir camianın mensubu olmaya doğru bir adım atmıştım. Sonraki yıllarda da Hareket'te şiirlerim yayınlandı. Daha sonra inceleme ve fikir yazılarıyla bu dergide yer aldım. Bu camianın “ağabey” olarak nitelendirdiği az sayıda şahsiyetten biri Orhan Okay'dı. Onun Erzurum'da olduğunu, üniversitede hocalık yaptığını bilirdik. O zamanlar çok başarılı bir doktora tezi olan Beşir Fuad Hareket yayınlarından çıkmıştı.
Menba sularını ziyaret eski İstanbul kültürünün bir parçası idi. Yetmişli yılların başında, yaz mevsiminde, Hareketcilerin su seferlerinden birine İstanbul'da bulunmam hasebiyle katıldım. Hünkâr suyu Sarıyar'da ormanlık bir alanda kademeli bir mesire yeri idi. Merhum Hocamız Nureddin Topçu da kafilemizdeydi. Nureddin Hoca'yı daha önce tanımıştım, fakat vapurda yeni karşılaştığımız bir sima vardı. Dikkat çekmekten imtina ettiği sezilebilen bu şahıs Orhan Okay Hoca idi. Onu görünce “o çok meşhur İstanbul beyefendisi bir efsane değilmiş” diye düşündüm.
Vapurun seyranlı bir yerinde yol boyunca Orhan Hoca ile sohbet ettik. Esasen o konuştu; İstanbul çocuğu idi, İstanbul'dan uzaktaydı, yılda bir yaz tatili münasebetiyle geliyor ve bir ay kadar kalıyordu. Birikmiş İstanbul hasreti ile konuşuyordu Hoca. İstanbul'un güzelliklerinden, bizce bilinmeyen hususiyetlerinden söz ediyordu.
Hafızamdan silinmeyen hatıra Necip Fâzıl'la ilgili olanı. Necip Fâzıl, 1940'lı yıllarda bir gazetede köşe yazarı. Bir gün Boğaz vapurları ile ilgili bir yazı yazıyor. Boğaz vapurlarının kaptanları Boğazın ahalisi ile samimiyeti hayli ileri götürürlermiş. Hele bir tanesi varmış ki, onun vapurunun da bir numarası var her vapur gibi, fakat şimdi hatırımda yok; uğradığı iskelelerde düdükler çalarak halkı selâmlar, halk da şenlik şamata ve tezahurat ile cevap verirmiş. Kaptan memnun, vapur ahalisi ve iskele ahalisi mutlu. Çok ciddi tavırlı Necip Fazıl Bey bu laubalilikten hoşnut değilmiş. Bunu bir yazısında şedit üslubuyla dile getirmiş. Tabii, hemen Deniz yoları idaresi kaptanı uyarmış...
Ertesi gün gemi görününce kaptanın mutad selâmını bekleyen iskele ahalisi sesizlik karşısında sukutu hayale uğramış. Bu sessizlik Necip Fâzıl'ı da rahatsız etmiş ve “bir top mermisi ile bir serçe vurmuşum meğer” kabilinden bir yazı yazarak hatasını itiraf etmiş.
Orhan Hoca, tanıştığımızda edebiyat doktoru idi. Ancak 11 yıl sonra doçent ve 13 yıl sonra profesör olmasına bakarak, akademik kariyeri ve unvanları fazla önemsemediğini söyleyebiliriz. Onunla yola çıkanların bir çoğu ondan önce bu unvanlara kavuşmuştur, fakat kalıcı olan eserleri Orhan Hoca vermiştir.
Burada bir ayraç açarak hasbelkader Orhan Hoca'dan önce tanıdığım bir başka İstanbul beyefendisinden de söz etmek istiyorum: Kaya Bilgegil. Kaya Bey de İstanbul'un akademik camiasında yer bulamayıp Erzurum'a giden hocalardandı. Onunla tanışmamız, bir bayram vesilesi ile ziyaret ettiğimiz ilk edebiyat doktorumuz olarak bilinen, metinler şerhi hocalarının en ünlüsü Ali Nihat Tarlan'ın evinde oldu. Biz grup olarak Tarlan hocanın odasına girdiğimizde elini edeple bağlamış biri ile karşılaştık. Biz boş bulduğumuz yerlere otururken o eli bağlı, başı eğik vaziyette hocanın karşısında edeple durmaya devam ediyordu. Hoca “Evladım Kaya bey, lütfen otururmusunuz?” dedi. Kaya bey: “Teddüb ederim efendim” cevabını verdi. Bunun üzerine Tarlan ısrar etti. Israrlar üzerine Kaya bey de “Emir telakki ederim” diyerek oturdu. Kaya beyi biraz abartılı bulmuştum. Orhan Hocada mübalağa yoktu.
Orhan Okay hoca, günümüzde edebiyat ilmi sahasının en kıdemlisi, adeta “piri” idi. 1910'lu yıllarda zamanın edebiyatçıları, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif ve Yahya Kemal edebiyat fakültesinde hocalık yaptılar. Fikret 1915'te vefat etti, Mehmed Âkif hocalığı sürdürmedi, fakat onlardan genç olan Yahya Kemal devam etti. Onun talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar 1939'da Tanzimatın 100. Yılı dolayısıyla Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü kurulunca, bu kürsüye profesör olarak tayin edildi. Daha önce Güzel Sanatlar Akademisinde Ahmet Haşim'in halefi olan Tanpınar, bu sefer Yahya Kemal'in halefi oldu.
Tanpınar yeni kurulan kürsüye hoca olarak tayin edilirken, Edebiyat Fakültesinden yeni mezun olmuş bulunan Mehmet Kaplan da asistan olarak alındı. Mehmet Kaplan o yıllarda Nureddin Topçu ile tanışıyor ve Hareket dergisinde yazıyordu. Tanpınar'ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, işte bu kürsü hocalığının muhteşem bir verimi. Kaplan hoca, Yahya Kemal, Tanpınar çizgisini sürdürerek hem araştırmalar yaptı, hem de deneme mahiyetinde yazılarıyla edebiyatımıza hizmet etti. Onun bir başka hizmeti de yetiştirdiği ilim adamlarıdır.
Orhan Okay, Mehmet Kaplan hocanın ilk asistanıdır. Fakat bu asistanlık İstanbul Üniversitesi'nde değil, yeni kurulan Erzurum Üniversitesi'nde Kaplan'ın Edebiyat Fakültesi dekanlığı sırasında olmuştur. Bir süre Artvin ve Diyarbakır liselerinde edebiyat öğretmenliği yapan Orhan Okay, 1959'da Hocası Mehmet Kaplan tarafından Erzurum'a davet edilir. Orhan Okay, Tanpınar'ın ve Mehmet Kaplan'ın talebesidir, fakat onlardan önce Nureddin Topçu'nun talebesidir.
Orhan Okay hoca için bu çizgi önemlidir. Onun Mehmed Âkif üzerinde ısrarında Topçu Hoca'nın tesiri olduğunu düşünüyorum. “Mehmed Âkif-Bir Karakter Heykelinin Anatomisi” kitabı Âkif'le ilgili en önemli eserlerden biridir. Topçu muhabbeti Orhan Hoca'nın Necip Fazıl üzerinde çalışmasını engel olmamıştır. Diyebiliriz ki, akademik camiada Necip Fazıl'ın şiirini kitap çapında ele alan ilk şahsiyet odur. Orhan Hoca, sahasının yol açıcısı konumunda bulunan Ahmet Hamdi Tanpınar'ı da ihmal etmemiş, son kitaplarından biri onunla ilgili olmuştur: Bir Hulya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar.
Orhan Hoca ile münasebetlerimiz ilk tanışıklıktan sonra da devam etti. Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi yayınlanırken o da danışmanlarımızdandı. Nureddin Topçu'yu vefatının 10. yıldönümünde anmak için Yazarlar Birliği'nin 1985 temmuzunda düzenlediği toplantı için ilk aklımıza gelen isimlerden biri Orhan Okay Hoca idi. Hoca, bu Ankara'da yaptığımız bu toplantıya “Bir muallim ve marifçi olarak Nurredin Topçu” bildirisi ile katıldı.
Orhan Hoca, sonraki yıllarda da Türkiye Yazarlar Birliği'nin birçok önemli toplantısına katıldı. Bunlardan biri 1992'de ilk Bursa ve Konya'da yapılan Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni'dir.
Ertesi sene, Kazakistan'da yapılacak Türkçenin 2. Şiir Şöleni kafilemizde de vardı. Fakat tam uçağa binecekken gelen “Kazakistanda kolera var” haberi üzerine, seyahate katılamadı. Orhan Hoca, bu şölenlerin 5.si olan Strazburg şöleninde "Orta Asya'dan Akdeniz Kıyılarına Türkçe'nin Şiir Serüveni" başlığı altında bir konuşma yaptı. Onunla son yazışmamız (Hoca ağır işittiği için oğlu Cüneyt Okay'ın e-postasından yazışıyorduk) “40 Yıl Sonra Nureddin Topçu Bilgi Şöleni” vesilesiyle oldu (2015).
Aziz Cüneyd,
İnşaallah işlerin yolundadır, Orhan ağabeyin de sıhhati yerindedir. Bu sene Topçu'nun vefatının 40. yılı; bu münasebetle, İstanbul belediyesinin desteği ile 18-20 Aralık'ta bir sempozyum yapacağız. Orhan ağabeyin sıhhati elverirse, açılışta onunda konuşmasını arzu ediyoruz. Selamlarımı saygılarımı Orhan ağabeye iletirsen memnun olurum.
Hoca davetimize şöyle cevap verdi:
Sevgili Mehmet Doğan
İşitme zorluğumdan konuşmam güçleşiyor.
Bu yüzden ve başka sağlık sebeplerinden toplantılara konuşmasam bile katılamıyorum.
Teşekkür eder, özür dilerim.
Orhan Okay
Aziz Hocamızın geride bıraktığı kıymetli eserleri ve yetiştirdiği talebeleri ile ilim ve edebiyat dünyamızın unutulmazları arasında yer alacağından şüphe edilmez.