İNSANLIĞIN VİCDANI YENİDEN TÜRK MİLLETİ OLMALI
Günümüz dünyasında bir buhran kazanında yaşamaktayız. Dünya genelinde huzursuzluk, güvensizlik, sevgisizlik ve zulümkârlık hâkimdirÇünkü düzen “insan” odaklı değil “çıkar” odaklı kurulmuştur. .
millivicdan.org - İlk önce şunu belirterek başlamak isterim, dünyaya büyüklük yapabilecek bir MİLLET bir DEVLET lazımdır. O Millet 'ki O devlet ki düşenin elinden tutmalı, zulüm varsa durdurmalı, haksızlıklara dur demelidir. Anlaşamayan milletler ve devletler arasında hakem rolü üstlenmelidir. Yapıcı olmalıdır bütün fiiliyatlarında. En önemli ve göze çarpan görevi ise dünyaya büyüklük yapabilecek bir özellikte olmasıdır. Bu özellik ise; din, dil, ırk, coğrafya, çıkar, menfaat gözetmeksizin ve bu tür meseleleri baz almaksızın “insanlık” için var olmalıdır. Çünkü zulmün, haksızlığın, merhametin dini, dili, ırkı, ülkesi, vb gibi özellikleri olmaz. Bunlar insanlık için var olan kavramlardır.
Günümüz dünyasında bir buhran kazanında yaşamaktayız. Dünya genelinde huzursuzluk, güvensizlik, sevgisizlik ve zulümkârlık hâkimdir. Devletler, sistemli bir şekilde ve sudan ucuz bahanelerle karışıklıklara sürüklenmekte, çeşitli sebepler öne sürülerek te parçalanılmakta ve bölünmektedirler. “Ne için peki” denildiği zaman ise az çok dünya gündeminden haberi olanlar en az dört beş madde sıralayabilmektedir. Uluslararası sistemlerde mesela para, ekonomi, ticaret, siyaset, antlaşma gibi nedenlerin temelinde “insanlık yararına” düşüncesi olmayan ve “belli başlı kişilerin menfaatleri” göz önüne alındığından dolayıdır ki, dünya genelinde ve devletlerde; eşitsizlik, haksızlık, sömürü, menfaatçilik almış başını gidiyor. Birileri (bireyler ya da devletler) hızlı bir şekilde fakirleşirken diğer tarafta ise belli başlı kişiler azami derecede zenginleşmektedirler. Birileri günde karın tokluğuna saatlerce çalışmasına rağmen birileri ise servetinin ne kadar olduğundan haberi bile yoktur. Çünkü düzen “insan” odaklı değil “çıkar” odaklı kurulmuştur. Emperyalizm düzeni hâkimdir. Ki bu düzende veya sistemde ise emeksiz yemek vardır, sömürü vardır, zulüm vardır, adaletsizlik vardır. Kan ve gözyaşı vardır, mazlumların ahları vardır, şeytanca hile ve desiseler vardır. Bu sebeplerden dolayıdır ki bu düzenler fazlaca uzun ömürlü değildirler. Yok olmaya mahkumdurlar, komünist sistemin çökmesi gibi. Kim olursa olsun kimsenin ahı kimsede kalmaz. Zalimin zulmü karşılıksız da kalmaz. Küfür devam etse de zulüm asla devam edemez.
İşte böyle bir girişten sonra dünyaya baş olabilecek ve “insan” odaklı çalışabilecek, sistem kurabilecek, düzen sağlayacak, adil olacak, zulmetmeyecek yani maneviyatçı görüşe hâkim bir millete ve bu milletin kurmuş olduğu devlete ihtiyaç vardır. İhtiyaçtan ziyade insanlık, böyle bir medeniyet ile millete-devlete muhtaçtır ekmek su gibi.
Tarih boyunca bu özelliklerde bir devlet ve bir millet hep var olmuştur. Bu millet “Türk Milleti” ve devlet ise tarih boyunca kurmuş oldukları 16 tane büyük devlettir. Bu devletlerin geneline baktığımız zaman tezimizi savunacak ve haklı çıkaracak birçok nedeni görmekteyiz. Büyük Selçuklu ve Osmanlı cihan devletlerinde ise bu özellikler daha da belirgindir. Bu iki devlet hemen hemen bin yıla yakın zamanla dünya hâkimiyetini elinde bulundurmuş ve dünyaya insanlık dersleri vermiştir. Kültür, medeniyet, adalet, özgürlük, eşitlik, vb gibi kavramların insanlık için hayat bulduğu ve uygulandığını rahatça görmekteyiz. Asimile asla olmamıştır, toplu katliamlar da olmamıştır. Eğer ki böyle şeyler olmuş olsaydı mesela balkanlar “Türk” ya da zorla “Müslüman” yapılmaya çalışılırdı kanuni döneminde. Ama asla böyle politikalar güdülmemiş herkes inancında ve yaşantısında serbest ve özgür bırakılmıştır belli başlı şartlar karşılığında. Bu şartlar da disiplin sağlanabilsin diye. Bu düşüncemizde haklı olduğumuzu büyük Osmanlı cihan devletinde rahatça görmekteyiz. Mesela İstanbul'un fethinde Rumların “İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız” demeleri haklı olduğumuzun delilidir.
Ama günümüz dünyasına baktığımızda ise her taraf sistemlice işlenen planlar dahilinde karıştırılıp kaoslar çıkarılmaktadır. Hele hele ki İslam dünyası kan revan içindedir. Gözyaşı ve katliamlar her gün görülmektedir. Bu asırda dünyaya hâkim olan güç emperyalizm olan, Siyonizm olan, sömürü olan, materyalist olan görüşlerdir. Bundan dolayıdır ki iki asırdır insanlığın kan ağladığı bir dünya da yaşıyoruz.
Bu düzensizliğin başlaması, Osmanlı cihan devletinin parçalanmasına paralel olarak başlaması dikkatlerden kaçmamaktadır. Mesela Ortadoğu dünya tarihinde ilk defa Osmanlılar zamanında güllük gülistanlık şeklinde günler geçirmiştir. Ne zaman ki Osmanlı birlikleri Ortadoğu'dan çıkarılmaya başlanılmış işte o zamandan günümüze kadar Ortadoğu hep kan kusmakta ve zaman zaman da toplu katliamlara maruz kalmaktadır.
Şimdi günümüz dünyasına baktığımız zaman bir ucundan diğer ucuna kadar zalimlerin sözü geçmekte ve dedikleri olmaktadır. Bunun asıl nedeni dur diyebilecek güçte bir devletin olamamasıdır. Tarih boyunca bu görevi üstlenen milleti ve kurmuş oldukları devleti saf dışı edip güçsüz duruma düşürdükten sonradır ki bu zalimler meydanda at koşturur olmuşlardır.
Bu zalimlere dur diyebilecek devlet yok olmuş değildir. Daha düne kadar asrın firavunları, Türkiye'yi pasif duruma getirip, başa getirmiş oldukları bizden olmayan kukla idarecilerle ülkeyi ellerinin altına almışlardı. Suskun ve durgun yönetim ve yöneticileriyle ülkeyi istedikleri tarafa yönlendirmekteydiler. Eğer ki ses çıkaran ve istedikleri şekilde hareket etmeyen olursa ya hapis ya sürgün ya etkisiz ya da suikast edilerek susturulmuştur. Birinci mecliste ki Ali Şükrü bey ve Hüseyin Avni Ulaş, Adnan Menderes, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Adnan Kahveci, Turgut Özal, Muhsin Yazıcıoğlu ve Necmeddin Erbakan bunlardan sadece bir kaçıdır.
Bu millet şükür ki yine 21. yy'da kendini ihya ederek ve bu yolda da azami derecede gayret sarf ederek yine ceddi gibi asırlardır üstlenmiş olduğu hizmette ilerleme gayretindedir. Çünkü bu millete bu ruhu veren, milli şuur bilincidir. Ve değerli saydığı devlet geleneği, millet-ümmet bilinci, vatan sevdası, bayrak aşkı ve ezan için vermiş olduğu imanının gereği olan mücadelesidir. Bu kutsal değerlerine namahrem eller uzanmasın diye vermiş olduğu mücadele onun imtihan vesilesidir, var olma gayreti ve yaşama hakkıdır.
Bu millet dünden bugüne kadar birçok badireler atlatmıştır: Yıkılmalara, bölünmelere, fetretlere, dağınıklığa ve taht kavgalarına maruz kalarak bu günlere kadar varlığını engin devlet tecrübeleriyle devam ettirmiştir. Mevcudiyetini muhafaza edebilmiştir her bir tehlike karşısında. Tehditlerle yılmadan, pes etmeden ve ye'se düşmeden. Bu kuvveti ise imanı ve bu uğurda mücadele ederken kazanmış olduğu şehit-gazi kimliğinden alır. Çünkü bu millet ya şehittir ya da gazi. Nice İslam büyüklerinden dua alarak manevi zırha bürünmüştür.
Tarihte ilk defa 20. yy'da yok olmakla bu kadar burun buruna kalmıştır. İlk defa bu kadar küçücük sınırlara hapsolunmuş ve sesi nefesi kesilmiştir. Çünkü amaç bu yöndeydi. Daha açık ifadeyle yıl 1897 isviçrenin başkenti basel de theodor herzl başkanlığında ilk Siyonist kongrede alınan ilk üç maddeden birisi de yüz yıl içerisinde bu aziz milletin sinesinden kuranı tamamen silmekti türlü türlü desiseler oyunlar dahilinde. Bu açıdan 28 şubat 1997 pos modern darbesi bu tarih itibariyle üzerinde durulması gereken ciddi bir meseledir.
Ama hangi tehdit olursa olsun bu millet var olmasını bilmiştir. Yaşam hakkını sınırlayan her bir prangaya karşı her alanda mücadelesini vermiştir. Büyük büyük bedeller ödemiş olsa da..
İslama sancaktar olan bu aziz milleti sindiremeyeceğini ve sinesinden de kuranı yok edemeyeceğini anlayan ehli salip, başka türlü oyun ve desiselere başvurmuştur. Bunun yanında tarih boyunca ardı arkası kesilmeyen kinini ve hıncını asla unutmamıştır. Batıl olan nefretini her bir devirde farklı farklı şekillerde ve satın aldığı kuklalarıyla sahneye sürmüştür. Amacı, bu milleti yok etmektir. Ama batıl olan ne bilsin ki bu milletin davası Allah'ın davası olduğunu, manevi muhafaza altında olduğunu, mazlum milletlerin duasının altında olduğunu. Bu dava uğrunda can verirse şehitliğin ne kadar şerefli olduğunu ne bilsin izanı kapalı olanlar. Ölüme şeb-i aruz denilmesini anlayamaz hak nurunun olmadığı yürekler”¦
Ve şimdi 21. yy'da bunu da iyice anlayan ehli batıl bizi bizle yok etme derdindedir. Silahını içimizden seçmektedir. O, perde arkasında yönetmen olarak çalışmaktadır sadece.
Sistemi şu şekildedir:
İçimizden kuklalar satın alır dünyevi menfaatler karşılığında ve yapmak istediğini onunla uygular bizlere görünmeden asıl fail olarak. Kurana ve sünnete müdahale ederek yorum alanında ve hükümlerde bulanıklık çıkarma çabasındadır. Ülke hâkimiyetinde ise kendilerine uşaklık edecek kafaları başa geçirip istediği şekilde yönetme ve yönlendirme derdindedirler. Eğer ki gelişirse ülken, sudan ucuz düzmece bahanelerle darbeler yaparak gelişmene dur deyip sermayene de el koyarak, ülke insanı da karın tokluğuna bırakmaktır niyetleri. Ne zaman ki ülke genelinde halkın dediği oldu ve kuklaları devrildi ise darbeler serisine geçtiler. Ve bu şekilde güzel ülkem ve insanı dört darbe yaşamış ve birkaç tanesi ise engellenmiştir aralarında yapmış oldukları farklı anlaşmalar sonucunda...
Görüldüğü gibi bir mücadele var ve bu mücadelenin adı, en öz tabirle “hak ile batıl” olanın mücadelesidir. Farklı farkı isimler konsa da.
-Bu alanda hak dertlileri olduğu gibi karşılarında batıla uşaklık edenlerde olacaktır.
-Fetih erleri olduğu sürece karşılarında işgal güçleri de olacaktır.
-Hakikat âşıkları olduğu sürece karşılarında ebu lehebler de ebu cehiller de olacaktır.
-İman bülbülleri olduğu sürece asrın firavunları karunları belamları da olacaktır.
-Sıddıklar olduğu sürece küresel münafıklar da boş durmayacaktır”¦
Bu millet kanuni ile birlikte avrupanın göbeğine ilerlerken başta Hristiyan kavimleri rahatsızlıklarını göstermişlerdir. Nedeni ise yapmış oldukları sömürü, işkence ve haksızlıklara dur diyen bir gücün meydana gelmesidir. Bundan dolayıdır ki bu aziz milletin ilerleyişini durdurmak için her türlü yola başvurmuşlardır. En kanlı senaryolarıyla haçlı birlikleri buna örnektir. Bütün avrupa milletlerini toplayıp üzerlerimize gelinmeye ve Anadolu'dan atılmaya çalışılmıştır. Ve bu savaşlar ise çok kanlı olarak gerçekleşmiştir.
Şimdi ise yine aynı derecede bir haçlı birliği kurulmuştur islamiyete karşı. Ama bu birliktelik ise sadece Hristiyan birliklerinden değil, islam olmayan bütün milletlerin oluşturmuş olduğu batıl olanların birliktelikleridir. Hristiyan, Yahudi, Budist, Hindu, Ateist, Siyonist, Emperyalist ve daha ne kadar islam dışı inanış varsa toplanmışlardır hilal birliğine karşı. Bu da düşmanımızın ne kadar kalabalık ve bir o kadar da vahşi olduğu gözler önündedir. Çünkü islam coğrafyasına bakıldığı zaman bu iddiamızda ne kadar haklı olduğumuz anlaşılacaktır.
Bu haçlı birlikteliğin oluşumu ise gariptir. Çünkü haçlı birliğini toplarken papa, onlara Müslümanların kanı dahilinde cennetten arsa parsellemiştir. Daha açık ifade ile ehli salib karşısında, islamiyetin en önde gelen devlet yapılanmasını sağlayan bu aziz milleti ve kurmuş olduğu devletleri yok etmek için cennetin anahtarları gibi fiyasko olabilecek derecede kandırmacalarla üzerimize çöreklenmeye ve nefesimizi kesmeye çalışmışlardır. Ama nafile...
İşte tam da bu alanda bizi kendilerinin kurmuş oldukları birliklerle yenemeyeceğini anlayan batılı güçler, içerimizden satın alınanlarla, kendilerine uşaklık edecek kuklalarla amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır.
-Bulabilmişler midir peki içerimizden satılıkları?
--Maalesef ki evet bulabilmişlerdir”¦
Ulu hakan Abdulhamit hanla başa çıkamayacaklarını anlayınca, türlü kılıflar altında ve sudan ucuz düzmece masallarla içimize kurtçuklarını sızdırarak asırlara meydan okuyan dualı saltanatı içten içe heba ettirmişlerdir satın aldıkları kuklalarıyla. Ha daha sonra ulu hakanın amacını anlamışlardır ama iş işten çoktan geçmiştir. Büyük devlet parça parça edilmiştir çünkü.
İşte şimdi asıl mesele daha açık ifadeyle ana bünyeden koparılan devletçiklerde ağıtların başlamasıdır. Çünkü bu boşluğu yakalayan emperyalizm, kılıfına uydurduğu bahanelerle bizden koparılan devletlere girerek işgal etmeye başlamıştır. Malazgirt'in, Kosova'nın, Varna'nın, Niğbolu'nun, Kutlu fethin, Çaldıran'ın, Çanakkale'nin intikamını almaya çalışıyordu bu işgal kılıfı altında ve öylede oldu maalesef. Çünkü her nereye girdi ise işgal güçleri, o yöre halkında kan ve gözyaşı bıraktı, sinelerde içli içli ağıtlar bıraktı ve harap olmuş şehirler bıraktı. Aynı işgaliyeti kudüse her girişinde de yapmıştı bu işgal etmeden zevk alan düşünce.
-Bu işgal etme gücünü nereden alıyordu peki?
Tabi ki de meydanı boş bulduğundan dolayı.
Yani bu zulümlere dur diyecek bir devletin olmamasından dolayıdır. Daha doğrusu asırlardır bu işgal güçlerinin önünde, güçlü olan kutlu devlet-milletin güçsüz ve etkisiz duruma düşürülmesinden dolayıdır ve işgal edebilmesinin asıl nedeni de budur.
Bu millet, bu tür işgaliyetleri, iman dolu gövdesiyle siper olup durdurmaya çalışmaktadır. Çünkü bu görev asırlık olan mesuliyetidir. Dünya Müslümanları ve mazlum milletleri hep bu millete emanettir. Bundan dolayı da yükü ağırdır. İşin garip tarafı ise dışta vermiş olduğu mücadele kadar içte de nankörlük ve hainlik edenlerle de mücadele etmektedir.
Bu şekilde içte ve dışta mücadelesi asırlarca sürmüştür. Çünkü düşmanı çoktur. Yiğit olanın başı beladan çıkmazmış ya işte bu cihetten bakınca hak veriyor insan.
Bu asırlardan beridir süregelen mesuliyet mücadelesi, küffara karşı hep devam etmiştir. Çünkü bu millet Müslüman olduktan sonradır ki islamiyetin sancaktarı ve muhafız alayı olmuştur. İslamiyeti koruma, kollama, yayma ve anlatma alanlarında kendisini hep görevli hissetmiştir. Vebal olarak görmüştür bu omuzlarında ki yükü. Bundan dolayı da her devirde islamiyete hep hizmet etmiş ve aynı zamanda yıkıcı ve tahrip edici zehirli düşüncelere karşı da islamı muhafaza etmiştir. Mesela fatımilerin sapkın fikirlerine karşılık kurulan nizamiye medreseleri buna en güzel örnektir. Bu ilmi alanda ki muhafazasıdır. Bunun yanında devlet sistemi olarak ta muhafaza etmiş, islam halifelerini koruma ve kollama altına almıştır. Ta ki hilafetin Yavuz Sultan Selim hanla birlikte bu aziz millete geçmesine kadar. Ondan sonra zaten bütün mesuliyet tamamen bu aziz millete geçmiştir. Dünyada ki bütün islam devlet ve milletlerine ise hem maddi hem de manevi kalkan olmuştur. Baş olmuştur. Koruyuculuk ve muhafızlık yapmıştır tüm dünya Müslümanlarına ve akabinde tüm imdat eyleyen mazlum milletlere. Bu meziyet ise bu millete rabbi rahmandan bir nimet olarak verilen yaratılış mucizesidir. Bu milletin fıtratındandır.
Özetle şöyle; bu aziz milletin tarih boyunca yapmış olduğu fiiliyatlar ortadadır. İslam olduktan sonra ki mücadelesi hep hazreti peygamberin davasına hizmet etmek olmuştur. Bu şuurla hareket ettiğinden dolayıdır ki islama tezat olabilecek fiillerden kaçınmıştır. İslama uyar mı-uymaz mı diye belli başlı şeyler vardır ama onlarda devlet sistemini güvence altına almak için başvurulan tedbirlerdir. (Bu tür meseleler konumuz dışı olduğundan bu konulardan söz açmıyorum.) Devleti sağlam ellerde bulundurma tedbirleri ise bütün dünya Müslümanlarına önderlik ettiğinden ve bir sancak altında topladığından dolayıdır. En açık şekilde bu tezimizi büyük Selçuklu ve Osmanlı cihan devletlerinde rahatça görmekteyiz. En az bin yıllık islama hizmeti ve sancaktarlığı vardır. Bu ise ne kadar önemli hizmetlerde ve mesuliyetlerde bulunduğunun açıklamasıdır.
Tabi bu kolay bir hizmet alanı değildir. Bu görevde bulunduğu sürece her daim içten ve dıştan saldırılara maruz kalmıştır. Gerek fikriyat alanında gerekse devletler alanında bir çok saldırılarla başa çıkmıştır. Bu görev ve hizmet alanı dahilinde de gazi ve şehit olan bir millettir. Nereden bir mazlum imdadı duysa anında el uzatmaya çalışır. Bu, ahlaki müeyyidelerinin başında gelmektedir. Zalim her kim olursa olsun diline, dinine, ırkına, rengine, ülkesine bakmadan “hayır zalimlik yapamazsın” der ve durdurmaya çalışır. İşte bundan dolayı da bir çok düşman kazanmıştır. Çünkü emeksiz yemek isteyenlerin oyunlarına karşı çıkıp engel olmuştur. Emperyalist olan devletler bu tür fiillerden dolayıdır ki bu milleti arzularına ulaşmada kendilerine bir engel görüp saf dışı etmeye çalışmışlardır. Ya direk savaş açmışlardır ya haçlı birlikleri ile birleşip te saldırmışlardır ya da bizim içerimizden satın aldıkları kuklalar ile bu emellerine ulaşmaya çalışmışlardır.
İşte tam bu sırada daha açık ifadeyle 20. yy'dan sonra savaşlar şeklini değiştirmiştir. Meydan muharebelerinden ziyade kitle imha silahlarıyla ve ağır top-tüfek-füzelerle şehirler imha edilmektedir. Bu yöntemde masraflı olunca çıkarı olduğu ülke üzerinde şeytanca planlar yapıp o ülke yönetimini kukla idarecileriyle elde etmeye çalışır. Bunu Osmanlının dağıl(tıl)ması ile ittihat ve terakki eliyle nasıl sahnelendiğini rahatça görebiliyoruz.
Dün eli kolu kesilen ve islam ülkeleriyle bağlantısını suni sınır hatlarıyla koparanlar bu milleti manevi işkencelere maruz bırakmışlardır. Kukla idarecilerle ülkeyi krizlere, buhranlara, borçlanmalara ve yerinde saydırmaya mahkum etmişlerdir. Bu halde bile bu millet yardım isteyen koreye ve kıbrısa askeri yardımlarını esirgememiştir. Bugün ise yine somaliye, mısıra, afrika ülkelerine, gazzeye ve eman dileyen her bir ülkeye yardım elini uzatmaktadır.
Şurası da bir gerçektir ki zaman zaman ihanetlere maruz kalmamış ta değildir. Bu durumlarda bile fıtratından olan o saf ve dupduru iman ve inanç hakikati olarak yardım severliğini ve eli açıklığını kaybetmemiştir. Bu tür fiiliyatlar bu milletin zaman zaman imtihana çekildiği meselelerdir. Ama hamt olsun ki her devirde bu tür imtihanlarından alnının akıyla çıkmasını bilmiştir büyük bedeller ödeyerek te olsa. Çünkü bu millette köklü olan tarih şuuru vardır. Düşman milletlerin bu köklü şuurumuzu bildiklerinden dolayıdır ki tarihimizle bağlarımızı koparmak için farklı farklı hilelere başvurmuşlardır.
Bazen de bu millete ve devlete hizmet edeceğim diye gafletlerinden dolayı telafisi çok büyük olan yaralar da açılmıştır. Bunun nedeni ise liyakatsizliktir. Ve taşın nereden geldiğini sezemeyen bilinçsizliktir.
Makalemi bitirirken şunları da söylemekte fayda görüyorum. 21.yy'a ayak basmış bulunuyoruz ve bu zamana kadar ölüm-kalım mücadelesi diyebileceğimiz birçok badireler atlatmış bulunuyoruz. Şükürler olsun bu tür mücadeleler sonucunda var olma zaferini bayrağımızla birlikte dalgalandırmaktayız. Bu çok önemli bir vazifedir. Ve bu şuur, aziz milletimizin tarihi sorumluluğudur. Çünkü bütün mazlum milletlerin bel kemiği durumundayız. Bizim varlığımız onların varlığıdır ve bizim yokluğumuz yine onların yok edileceği manasına gelmektedir. Bundan dolayıdır ki her açıdan bakıldığında bu millet ve bu ülke dünya coğrafyasında çok önemli noktada bulunmaktadır. Jeopolitik, stratejik, sosyolojik, coğrafi ve fiziki bakımdan Anadolu (İstanbul), dünya merkezi durumundadır. İşte bu gibi nedenlerden ötürü bu milletin ve devletin hem kendi hem devletlerarası ve hem de islam dünyası için muhafazası ve varlığı korunmalıdır. Bu ülkenin ve bu milletin yapacağı,
siyasi-sosyoloji-psikoloji-tarihi-imani ve ekonomi alanında bu şuurla ve bu yönde hareket halinde olmalıdır.
Çünkü bu hareket meselesi, bu milletin tarihidir, talihidir, nasibidir, nimetidir, şükrüdür, nefesidir, imtihanıdır, hizmetidir, ödevidir, vasiyetidir ve var olma nedenidir.
Bu millet ve bu ülke, DÜNYA İNSANLIĞININ VİCDANIDIR”¦