İNANÇTA BAĞNAZLIK ASLINDA ZİHNİN BATAKLIĞIDIR
Müslümanların özellikle Ortadoğu'da mezhepsel bir düşünce ile çatışması, törpülenmemiş vahşi bir din duygusunu taşıyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Mezhepsel duyguların ön planda tutulması oradaki duyguların oradaki çatışmaları kaçınılmaz kılmaktadır.
millivicdan.org - Ortadoğu birçok dinin doğmasına ve yayılmasına neden olmuş, bu coğrafyadaki olaylar nedeniyle milyonlarca insan birbirini öldürmüştür. Yahudiler bir zamanlar o bölgede Hıristiyan avına çıkarken, daha sonraki dönemlerde Hıristiyanlar ile Müslümanlar yine dini duygulardan hareketle Haçlı savaşları adı altında yıllarca savaşarak kan akıtmışlardır.
Tarihsel süreç değerlendirildiğinde, Müslümanlar Yahudilerden daha çok Hıristiyanlarla;, Hıristiyanlar ise Müslümanlardan fazla Yahudilerle uğraşmıştır. Hıristiyanlığın ilk yayılma dönemlerinde Yahudiler binlerce Hıristiyan'ı kılıçtan geçirmiş, onlara yapmadığı eza ve cefa kalmamıştır.
Hıristiyanlar zamanla kendi bölgelerine çekilip kendi içindeki mezhep savaşlarını sona erdirip iç çatışma unsurlarını yok edince geleceğe daha emin şekilde bakar olmuştur. Fakat bu duruma gelmeden önce kendi içindeki bu savaşlar için çok ağır bedeller ödemek zorunda kalmışlardır.
Avrupa sanayi inkılabını gerçekleştirince halk arasında itibarlı görünen dinsel ve mezhepsel görüşü savunanların yerini para baronları almış, dini ağırlığı olan bu kişiler ikinci ve hatta üçüncü plana gerilemiştir. Bu ortamla birlikte özellikle laikliğin de etkisi ile Avrupalılar toparlanma içinde girdiler ve kendi tecrübelerinden hareketle de mezhepsel görüşte olanları bir emirle yönetmenin kolaylığını fark ettiler. Bir bölgede ekonomik zenginlik ile cahil bir halk yığını bulununca bu insanları ayrıştırarak ve mezhepsel duyguları körükleyerek hedefe ulaşmamın çok kolay olacağını gören Avrupalı her fırsatta kendi çıkarlarını koruma adına her türlü imkânı kullanmaktan kaçınmamaktadır.
Müslümanlarda özellikle Ortadoğu'da ekonomik dinamiklerin halk tarafından yeterli seviyede harekete geçirilememesi, vahşi bir din duygusunu törpülenmemesine neden olmuştur. Mezhepsel duyguların ön planda tutulması oradaki halkın çatışmasını kaçınılmaz kılmıştır.
Hıristiyanların, Yahudilerin, Müslümanların ve özellikle de Şia grubunun Irak ve muhitlerinde fazlaca olması o bölgeyi daima çatışma alanı içinde tutmuş, fikri çatışmalarla birlikte silahlı çatışmalar da her dönem mevcut olmuştur. Çoğu fırkalar, mezhepler bu bölge eksenlidir. Ehli Beytin bu bölgede öldürülmüş olması bu düşünce ve silahlı çatışmaları hep kamçılamıştır. Bu bölge insanı, İmam-ı Azam gibi bir düşünce insanını öldürmenin yanında On iki İmam'ın altısını da katletmiştir. Hallac- ı Mansur da fikirleri nedeni ile bu bölge insanı tarafından öldürülmüştür. Bu bölge tüm dünyanın sorun çıkarmak için arayıp ta bulamayacağı bir batak ortamıdır.
Bugün İşid, Şii ya da diğer grupların hepsi potansiyel olarak piyondan ibarettirler. Şia grubunu İran yönlendirirken Amerika ve İsrail'in dengeleri koruma adına diğer grupları boş bırakması imkânsızdır.
Türkiye Ortadoğu'da etkili olmak için mezhepsel düşünceyi ön planda tutarak belirli etkinlikler yapması mantıklı bir hareket gözükse bile aynı düşünceyi kendi vatandaşları arasında da sürdürürse çok tehlikeli bir siyaseti sürdürmüş olur ki Türkiye'de ötelenen grubun diğer devletlerin maşası olma ihtimali artar.
Bugünkü Ortadoğu'nun halini özetleyen bir Anekdot:
Fuat Paşa 1860 yılında Lübnan'da Fransızların kışkırttığı Maruniler ve Dürzilerin sebep oldukları karışıklıkları gidermek için Suriye ve Lübnan'a gitmiş ve sert tedbirler alarak bu düzensizliği sona erdirmiştir. Dönüşünde dostlarına Lübnan ile ilgili tecrübelerinden bahsederken şu hikâyeyi anlatmıştır:
Bir Dürzi şeyhi ile (şu anda Lübnan'daki şia grubunu oluşturanlar) bir Maruni Patriki (Maruni, Lübnan'daki Hıristiyanlar için kullanılan tabir) kendilerini haklı çıkarmak için münazara tutuşmuş, hakem olarak da bir Haham'ı tayin etmişler, münakaşaları bittikçe her biri:
Ey hakem, benim fikirlerime bir değer biç ve bu değere göre şu kadar altını benim haneme alacak olarak kaydet, diyormuş. Saatlerce süren bu münakaşanın sonuna doğru her iki tarafın listesinde altın yekûnu o kadar kabarmış ki, Haham dayananmış:
Bana bakın eğer bu altınların sahibini biliyorsanız haber verin, o kişi kafanızdaki safsataları değil, hepimizi satın alsın demiş:
Bu hikâyeyi anlattıktan sonra Fuat Paşa, benim Suriye ve Lübnan'da dinlediğim en gerçek hakikat budur, bütün olayların mihveri para, altın ve safsatadır, demiştir.
Fuat Paşanın yüz elli yıl önce belirtmiş olduğu safsataların bu gün hala devam ettiğini yaşadığımız olaylarla tanıklık etmekteyiz. Bu gün bu coğrafyada para ve altının yerine petrol almış, piyonlar duruyor, safsata almış başını gitmektedir.