SIZ KENDINIZIN NESI OLUYORSUNUZ?
Bu soruyla karşılaşan birçok kişi, bunun anlamsız ve gereksiz bir soru olduğunu, durup dururken nereden çıktığını, işimiz gücümüz kalmadı da böyle anlamsız şeylerle mi uğraşacağımızı veya benzer nitelikte çıkışlarda bulunabilir. Oysa bu soru dünyadaki bütün olan biten her şeyle yani hayatın ta kendisiyle ilgilidir ve sorulması gereken ilk ve son sorudur. Siz kendinizin nesi oluyorsunuz?
millivicdan.org -
Bu soruyu başkalarına tepeden bakan bir yaklaşımla, sanki her şeyi halletmiş de sıra başkalarına gelmiş gibi bir edayla asla sormuyorum. Ben bu soruyu önce kendime sordum zaten; 'Ben kendimin nesi oluyorum' diye. Bu sorudan sonra kendimle ilgili hiç bir şey eskisi gibi olmadı, bunun cevabını bulmak ve bilmek için yıllardan beri çalışıyorum, uğraşıyorum ve gayret ediyorum lâkin tam olarak cevabı bulduğumu söyleyecek konumda değilim henüz.
Bu soruyla aslında ne demek istediğimin ve ulaşmak istediğim menzilin neresi olduğunun daha iyi anlaşılması için cevapla ilgili seçenekleri de yazmamın fayda olacağı kanaatindeyim.
Siz kendinizin nesisiniz?
-dostu mu?
-düşmanı mı?
-çaresi mi?
-felaketi mi?
-şifası mı?
-derdi mi?
-belası mı?
-vebali mi?
-kabul olmuş duası mı?
-yapılan hataların bedeli mi?
.....
Kendinize bu soruyu sorduğunuzda verdiğiniz cevap, hayatı ve kendinizi anlama ve anlamlandırma düzeyinizin göstergesidir. Bu sorunun cevabını verirken sahip olduğunuz veya olmadığınız maddi imkânlardan, elde ettiğiniz statülerden, fiziki yapınızdan, asabiyet durumunuzdan, eğitim seviyenizden veya benzeri şeylerden uzak olmanız gerekir. Doğru yanıtı bulmanız için biraz önce belirttiğim şeylerden azade ve bunlarla tartılacak veya bu terazinin bir kefesine kaçamak ağırlık koymayacak şekilde her hangi bir müdahalenizin de olmamalıdır. Bunların yanında asla kendinizi kayıracak veya kandıracak bir davranışa tevessül etmemeniz de doğru cevabı bulmanız için size katkı sağlayacaktır.
Bunu bir örnekle açmam gerekirse; bir politikacıyı ele alalım ve bu kişi maddenin tuzağına düşmüş ve pek makbul olmayan işler yapan bir zat olsun. Makam ve mevkii sahibi, çok parası ve gücü olan, etrafında korumaları, danışmanları, hizmetkârları ve bunun gibi maddi imkânlara sahip olsun. Eğer bu insana; ' Sen kendinin nesi oluyorsun' desek o, olanca egosuyla ve mevcut durum itibariyle sahip olduğunu düşündüğü şeylerin ona yaptığı etkilerle, kendisinin en büyük ödülü olduğunu kurula, kurula ve büyük bir keyifle söyleyebilir. Oysa bu sorunun bizim tarafımızdan görünen yönüne baktığımız zaman, o kişinin yaptığı icraatlar sonunda, ülkesine ve milletine doğrudan veya dolaylı olarak verdiği zararlar yüzünden, aslında kendisinin ödülü değil, kendi kendinin en büyük felaketi ve düşmanı olduğunu görebiliriz.
İnsanın başına gelebilecek en sorunlu ve kötü şeylerden biri, kendisiyle bağının kopması ve kendisiyle iletişiminin kesilmesidir. Bu durumun temelinde birçok doğrudan ve dolaylı unsurlar olsa da en önemlisi, kişinin içine doğduğu ailenin yani anne ve babasının inanç düzeyi, insani ve içtimaî seviyesidir.
Asabiyetini kaybetmiş, helale ve harama yani önce kendi kendine olmak üzere, diğer tüm canlılara karşı adaletle davranmaya dikkat etmeyen, doğan çocuğunun sadaka-i cariye mi, yoksa insanlığa zarar verecek bir melanet mi olacağına aldırmayan ve bu konulara gerekli ihtimamı göstermeyen ailelerden oluşan toplumlarda, bireyin kendi kendisiyle ve toplumda bulunan kişilerin birbirleriyle iletişimi ve bağlantısı sağlıklı bir seviyede olamaz. Bu tip durumların olduğu toplumlarda önünde sonunda ciddi arızaların ve kördüğümleşen sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz olur.
Bir toplumun medeniyet üretmesi, o toplumu oluşturan yapı taşı olan ailenin insani kalitesiyle doğrudan ilgilidir. İnsani manada olması gereken kalitenin niteliği ise ailelerin asabiyete uygun şekilde yeni aileler kurmalarıyla mümkün olur.
Medeniyet üretme iddiasında bulunan milletler, asabiyet unsuruna azami derecede dikkat etmeli ve bu konuya layık olduğu ehemmiyeti göstermelidirler çünkü asabiyetle ilgili denge bir defa bozulursa onu düzeltmek ve eski haline getirmek neredeyse imkânsız hale gelir. Asabiyeti sağlamak belki asırlara dayanan ciddi bir alt yapıya ihtiyaç duyduğu halde bozulması kısa bir zamanda gerçekleşebilir. Savaşların bir toplum üzerindeki en büyük etkisi asabiyetin bozulması ve bazı savaş kaybeden milletlerin maruz kaldığı kayıp kuşak operasyonlarıdır. Bireyle ilgili sorunların temeli aileye, aile ilgili sorunların temeli de asabiyet dengesine bağlıdır. Medeniyet üretmek, adaletle üzere yaşamayı şiar edinmiş ailelerden kurulu, kendi kendisine karşı masumiyetini koruyan, kaliteli nesillerin inşası ile mümkündür. Medeniyet konusuna gelmişken bu kavramın kendimce kısa da olsa tanımını yapmak istiyorum.
Medeniyet; insanların kendi hayat süreleri içinde kendi yaşam kalitelerini arttıracak, bunun yanında kendilerinden sonra gelecek kuşakların da insani ve teknik manada daha da gelişmesine imkân sağlayacak bir zemin oluşturması ve insan canlı türünün sahip olduğu fiziki yetenekler ve akıl üstünlüğüne rağmen dünyadaki diğer canlı türlerine saygı duyacak şekilde ve onların da yaşama haklarını ihlal etmeden teknoloji ve teknik ilerlemelere katkı sağlamak için yapmış olduğu tüm çalışmaları kapsayan eylemler bütünüdür.
Bu tanıma bakıldığında yıllardan beri bize Avrupa teknik gelişmesini, medeniyet diye yutturmaya çalışanların büyük bir yanılgı içinde olduklarını fark ederiz. Avrupa devletlerini ve ABD'yi kastederek kısaca 'Batı Medeniyeti' olarak adlandırdığımız düzeneğin temeline baktığımızda yukarıda yaptığım tanımla ilgili birçok sorun olduğunu görebiliriz. Söz konusu bu ülkeler ve burada yaşayan insanlar teknik olarak gelişme göstermişler ancak medeniyet üretememişlerdir. Zenginleşmelerinin ve teknik ilerlemelerinin alt yapısına baktığımızda insan vebalini, sömürüyü, haksızlığı, fitneyi, gözyaşını, acıyı, savaşları, hileyi, tuzakları, dolaylı veya doğrudan yapılan hırsızlıkları, katliamları ve benzeri birçok olumsuz ve insanlık dışı eylemleri tespit ederiz.
Bu kişilerin veya tarihi süreç içinde benzer davranışlar gösteren insanların, en başta sorduğum soruyla ilgili bir dertleri olsaydı, tarihte yaşanan binlerce olumsuzluk belki de olmayacak, şimdi başka şeyleri konuşuyor ve başka şeyleri tartışıyor olacaktık. Tarihe baktığımızda hakkında birçok farklı rivayet olmasına rağmen Mısır'ın M.Ö. 47 yılında Julius Sezar tarafından kuşatıldığı sırada İskenderiye Kütüphanesi'nin yakılmasının, 12. yüzyılda Haçlı Seferlerinde İstanbul Kütüphanesi'nin tahrip edilmesinin, 1260'ta Moğollar tarafından Bağdat Kütüphanesi'nin yok etmelerinin, Katolik Avrupalılar tarafından 15. ve 16. yüzyıllarda Endülüs Emevi Devlet Kütüphanesi'nin tarumar edilmesinin, yine 15. yüzyılda İspanyolların Maya ve İnka el yazmalarını yok etmelerinin ve en yakın tarihte olan 1945'te Berlin Kütüphanesi'nin Ruslar tarafından mahvedilmesinin, medeniyetle ilgili birikime ve insani gelişime yaptığı hasarı tam olarak tespit edebilir miyiz?
Yukarıda verdiğim örneklerde yer alan olumsuzlular her ne kadar alışılmış ve sıradan olarak görülen veya kabul edilen şeyler olsa da temelinde insanın kendi kedisinden kopmasının ve kendini bulma ve bilme arayışında olmamasının sonucudur. Bir kütüphaneyi yakıp yıkan sıradan bir asker o esnada kendine bu soruyu sorsaydı veya ona bu emri veren kumandanı kendisine bu soruyu yöneltmiş olsaydı bu yaptıklarını yine de yapabilirler miydi? Japonya'ya atom bombasını atmakla görevlendirilen personelin bu yaptıklarıyla ilgili hiç vicdani pişmanlık hissetmediklerini öğrendiğimde çok ama çok şaşırmıştım. Turuman'ın eğer atom bombası atılmasaydı çok daha fazla insanın öleceğini söyleyip, bunu diğer insanları kurtarmanın bir yolu olarak görmesi ne tuhaf ve anlaşılmaz bir durumdur.
Bu soru aslında kimsenin kolay, kolay kendine sormak istediği bir soru değildir çünkü cevabını bulmak için çıkılması gereken yol engebeli ve zorlu, kendi içinde birçok şey çeldiriciyi barındıran, birçok yönü ile kendi ölçeğinde cesaret gerektiren bir açmazdır.
Kendi tecrübelerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki; Bu soruyu sorduktan ve cevabı için yola çıktıktan sonra bir daha geriye dönmeniz mümkün olmaz. Çünkü bu yol kendi içinizde kendinizle yaşamak zorunda kalacağınız bir hesaplaşmayı, mücadeleyi, kavgayı, kargaşayı, kaosu ve mümkün olursa da kendinizle ve hayatın tüm unsurlarıyla barışı bulacağınız bir deneyimdir. Hal böyle olunca birçok kişinin bu sorudan kaçınmasını ve cevabı bulmak için yapacaklarından imtina etmesini anlayabilirim ancak bu soru sorulmadan ve cevabı bulunmadan da hayatın ayaklarını basacağı bir zemine ulaşmak pek mümkün olmuyor.
Dünyada yaklaşık olarak 4200 adet din ve mezhep olduğu söyleniyor. Bunların hiç biri kendine, doğaya, diğer insanlara, toprağa, suya ve daha sayılabilecek birçok şeye zarar ver demiyor ama sonuç neden böyle. İşte bu sorunun önemi ve değeri burada gizli. Neye inanırsan inan, hangi fikri benimsersen benimse, nasıl bir statüye veya başka bir şeye sahip olursan ol, en başta kendinden yola çıkıp en son yine dönüp dolaşıp kendine geldiğinde kendine karşı masumiyetin ne durumda ise sen osun demektir. Hayat zaten sadece kendi bilenlerin ve bulanların anlayabildiği bir süreçtir. Kendini anlamayandan hayatı anlamasını beklemek ne kadar akılcı olabilir ki?
Ben kendi inandığım dine göre duruma baktığımda cehennemi; insanın kendini bulma ve bilme sürecinde kendi içinde kendisini kaybetmesi veya bulamaması olarak tanımlarım. Zaten kişiyi cehenneme götüren şeylerin en başında, kendi kendisine karşı göstermiş olduğu adaletsizlik vardır. Kendi içinde kendisine karşı adaleti bulamayan insandan ne sağlıklı bir birey, ne iyi bir ebeveyn, ne dost, ne arkadaş, ne sanayici, ne işçi, ne devlet adamı ne de başka bir şey olur. Eğer sizi kendi içinizde kendinizi bulmakla veya bilmekle ilgili bir kaygınız yoksa hiç bir inanç sistemi, sizi sizin içinizde inşa edip, doğru insan olmaya götüremez.
Bu zor ve çetrefilli soru, insanın kendi bencilliğini aşma, empati yapma ve kendi zulmünden kendisini korumayla ilgili önemli bir kapıdır. Bu kapıdan geçmeye aday olmamak veya buradan köşe bucak kaçmak egonuzun işine gelir ama sizin asla lehinize bir sonuç ortaya çıkarmaz.
Neye sahip olursanız olun neden mahrum olursanız olun kaybetmemeniz gereken en önemli şey kendinize karşı olması ve ömür boyu korumanız gereken masumiyetinizdir. Kendisine karşı
masumiyetini yitirenler belki savunma mekanizmaları geliştirerek kendileri kandırabilirle ancak bu onları kendilerinden daha da uzaklara savurmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Siz kendinizin nesi oluyorsunuz denildiğinde, ben kendimin en iyi dostuyum, sırdaşıyım, çaresiyim, muhafızıyım,.... diye biliyorsanız kendinizle hayat içinde yaptığınız yolculuğu doğru yerde bitirmeye yakınsınız demektir.
Bu soruya verecekleri cevaptan ürkenlerden daha talihsiz kim olabilir?