ORGAN NAKLİ VE BAĞIŞININ ESTETİK ile AHLAKİ BOYUTU - Mete ÖZDİKİCİ | Milli Vicdanın İlimle Hicreti
  • YAZARLAR
  • Emrullah ÖNALAN
  • Mehmet Zeki İŞCAN
  • Cevat GERNİ
  • Hasan SAĞINDIK
  • Seyfullah TÜRKSOY
  • Menderes ALPKUTLU
  • Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
  • Turan GÜVEN
  • M. Hanefi PALABIYIK
  • Kemal Polat
  • İrfan SÖNMEZ
  • Mustafa AKIN
  • Hacı GÜRHAN
  • Hafize ŞAHİNER
  • Fatma Sönmez
  • Ahmet ÜNAL
  • İrfan SEVİNÇ
  • Şahabettin YILDIZ
  • Oğuzhan ÖLMEZ
  • Ahmet Coşkun DÜNDAR
  • Muharrem BİTİREN
  • Mehmet SAĞLAM
  • Mete ÖZDİKİCİ
  • Ahmet ÖZTÜRK
  • Ufuk ÜNAL
  • B.BARIŞ KERİMOĞLU
  • M.Çağdaş ÇAYIR
  • Ahmet İZZETGİL
  • ERHAN HAŞLAK
  • Veysel AŞKIN
  • Suat UNGAN
  • Hayrullah DEMİR
  • Cemil İLBAŞ
  • Tahsin BULUT
  • Coskun KÖKEL
  • Bülent KARAKELLE
  • Senar BAŞAK
  • Küşat TAŞKIN
  • Orhan ARSLAN
  • Hakkı DURU
  • Hüseyin AKDOĞAN
  • Osman Kenan AKSOY
  • Hayrettin NEŞELİ
  • Kerim Alperen İBİŞ
  • R.Alparslan TOMBUL
  • Mehmet DOĞAN
  • Ali ARASOĞLU
  • Manaf BAGİRZADE
  • Zülfikar ÖZKAN
  • Veysi ERKEN
  • Abdulnasir KIMIŞOĞLU
  • Ömer YÜCE
  • Cengiz Yavilioğlu
  • Kemal YAVUZ
  • M.Lütfü YILDIZ
  • Orhan İBİŞOĞLU
  • Mehmet OKKALI
  • İsmet TAŞ
  • İsmail GÜVENÇ
  • M.Alperen ÇÜÇEN
  • Orhan KAVUNCU
  • Mustafa Toygar
  • Mete GÜNDOĞAN
  • Sadi SOMUNCUOĞLU
  • Ertugrul ASİLTÜRK
  • Yunus EKŞİ
  • Muhammet Esat KESKİN
  • Yücel OĞURLU
  • Aynur URALER
  • Hasan Gökhan Kotan
  • Mehmet Akif OKUR
  • Bozkurt Yaşar ÖZTÜRK
  • Mahmut Celal ÖZMEN
  • Fazlı POLAT
  • Mustafa İLBAŞ
  • Serkan AKIN
  • Musa IŞIN
  • Gündüz GÜNEŞ
  • Enver Alper GÜVEL
  • Necdet TOPCU
  • Onur ERSANÇMIŞ
  • Mehmet Bozdemir
  • Fahri Akmansoy
  • M. İkbal Bakırcı
  • M.Talât UZUNYAYLALI
  • Rubil GÖKDEMİR
  • Zeki ŞAHİN
  • Özkan ÖZKAYA
  • Dr. Muhsin YILMAZÇOBAN
  • İparhan UYGUR
  • Sami ŞENER
  • Hakkı ÖZNUR
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Nurettin KALDIRIMCI
  • Ali Rıza MALKOÇ
  • Namık Kemal ZEYBEK
  • Atilla BİTİGEN
  • Mahmut Zeki ÇABUK
  • Emre KESKİN
  • Şener MENGENE
  • Selami BERK
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Abdullah NEHİR
  • Gafur OTURAK
  • Recai ÇELİK
  • Ahmet Berhan YILMAZ
  • Nazmi ÖLMEZYİĞİT
  • Necdet BAYRAKTAROĞLU
  • Tarık Sezai KARATEPE
  • nikaO
  • Mustafa Duman
  • Ramazan ASLANBABA
  • Feyzullah BUDAK
  • Mahmut Esfa EMEK
  • Orhan SÖYLEMEZ
  • Asiye TÜRKAN
  • MİLLİ VİCDAN
  • KONUK MAKALELERİ
    ORGAN NAKLİ VE BAĞIŞININ ESTETİK ILE AHLAKİ BOYUTU
    Yazar: Mete ÖZDİKİCİ
    Organ bağışlamayı, acıma duygularıyla değil, sevgi, merhamet, yardımlaşma ve iyilik duygularıyla yapılan bir hayat bağışlama, bir hayat kurtarma ve insanlık adına ahlakî bir görev olarak görmeli,
    millivicdan.org - (Ö.ÖZDEN” Organ nakli ve bağışının estetik-etik boyutu. ETD 2005; 5:13-17”)
    Organ nakli, konunun sağlık boyutundan dolayı sadece tıpla ilgili bir problem gibi gözükse de konu insan olunca, kendisine problem alanı olarak insanı seçmiş olan diğer disiplinlerin de bu konuyla ilgilenmeleri kaçınılmazdır. Nakli gerçekleştirenler, kendi alanlarında yeterli eğitimi alıp uzmanlaşmış olan hekimlerdir; ancak toplumun bu konuya hazırlanması ve organ naklinin gerekliliğinin anlatılması gibi aşamaları, sosyal bilimleri ilgilendirmektedir. Organ naklinin tıbbî boyutu kadar felsefî, psikolojik, sosyolojik boyutları da bulunmaktadır. Problem, felsefî açıdan ele alınırken özellikle etik ve estetik bakımlardan incelenmelidir. Ancak konuyu ortaya koyabilmek için bazı sorular sormamız, konuyu belirleyebilmemiz açısından önem arz etmektedir: Gerektiği zaman organ naklinin sağlık açısından kaçınılmaz olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Ancak acaba organ nakli hangi durumlarda gereklidir? Organ nakli gerektiği zaman, hastaya uygun olan, yani kan ve doku uyumu sağlanabilecek bir organ bulunabilir mi? İlgili organ, kimlerden ve hangi durumlarda alınabilir? Tıbbi açıdan gerekli olan organ naklinin etik ve estetik temelleri nelerdir? Bunun dinî ve ahlaki boyutları var mıdır? Şüphesiz sorduğumuz bu soruların bir kısmı tamamen tıbbı ilgilendiren teknik sorularken, bir kısmı da yukarıda belirttiğim alanları ilgilendirmektedir.
    Ben bu yazımda konunun felsefi tarafını oluşturan estetik ve etik boyutuna kısaca değinirken, yalnızca organ nakli açısından değerlendirmeler yapmaya çalışacağım. Konunun ikinci bir boyutu olan, organ nakli yapılmaksızın sadece orantısızlıkların düzeltilerek yapılan güzelleşme ve güzelleştirme konusuna değinmeyeceğim.

    a- Organ Naklinin Estetik Boyutu
    İnsan, hem dinlerde, hem de felsefede dış görünüşü bakımından güzel olan bir varlık olarak kabul edilir. Gerek Batı felsefelerinde ve gerekse İslâm felsefesinde de durum aynıdır. İlkçağ'ın ünlü filozofu Platon (M.Ö.427-347), güzelliğin Tanrısal bir şey olduğunu ve tüm güzelliklerin ondan kaynaklandığını belirtmektedir. Türk ve İslâm düşüncesinin ünlü siması büyük filozof ve hekim İbni Sinâ (980-1037) da evrenin ve insanın olabilecek en güzel ve uyumlu bir şekilde yaratıldığına işaret etmektedir. Bazı Batılı ve Doğulu düşünürler - sözgelimi mutasavvıf Muhyiddin İbnü'l-Arabî -, evrendeki düzenle insan bedenindeki uyum arasında bağ kurarak “evren büyük insan, insan da küçük evrendir” derlerken, insan bedeninin de evren kadar uyumlu ve birlikli olduğuna işaret etmektedirler.

    Estetik, bir güzellik bilimi olup, insana aynı açıdan bakmaktadır. İlkçağ felsefesinin önemli filozoflarından Pythagoras, Herakleitos, Sokrates, Platon, Aristoteles, insanın güzel bir varlık olduğunu belirtmekte ve bu güzelliği de insanın iç ve dış organları arasındaki simetri, uyum ve orantılı çalışma birliği ile açıklamaktadırlar. Öyleyse estetik, yalnızca dış görünüşteki düzenlilik ve uyumluluk olarak değil, aynı zamanda iç organlardaki uyumluluğu ve düzenli çalışmayı da içermektedir. Estetik, aynı zamanda içsel güzellik dediğimiz ruh olgunluğunu da ihtiva etmekle beraber, konunun bu boyutu, konumuzla ilgili değildir. Bizi burada ilgilendiren, somut olan iç estetik, yani organlar arası uyumdur. Bu açıdan bakıldığında estetik, sadece görüntü güzelliği değil, organların sağlıklı ve düzenli çalışması anlamına da gelmektedir.
    Ancak bazen, bu kadar uyumlu çalışan bedendeki organlar arasında denge ve uyum bozulmakta; uyum, uyumsuzluğa dönüşmektedir. Organlar arasındaki uyumsuzluk, bedende önce rahatsızlıklara yol açmakta, uyumsuzluk ileri boyutlara ulaştığında da hastalıklara dönüşmektedir. Hiç şüphe yok ki hastalıkların çok değişik sebepleri vardır; ancak tıbbi sebepler her ne olursa olsun ortada bir gerçek vardır ki o da hastalığın, bedenin uyumunu bozduğudur.
    Öyleyse öncelikle yapılması gereken, bu uyumun bozulmamasını sağlamaktır. Bunda bireye, topluma, teknolojiye ve tıbba büyük görevler düşmektedir. Tıbbın vücut sağlığını korumaya yönelik alanına hıfzısıhha yani koruyucu hekimlik deniliyor. Hastalanıp da çeşitli yöntemlerle tedavi olmaktansa, sağlığı koruyup, bedenin doğal haliyle ayakta kalmasını sağlamak, her birimizin görevidir. Tıp, koruyucu hekimlikle bu konuda insanlara gerekli yol göstericiliği yapmaktadır. Çünkü beden sağlığı, her bakımdan önemlidir. Tıpta böyle olduğu gibi, hukuk, ahlak, din ve sanat da dahil, insanla ilgilenen her alanda durum bundan ibarettir. Nitekim Kanunî Sultan Süleyman bir şiirinde;
    “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
    Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi”
    diyerek, sağlığın her şeyden önemli olduğunu belirtmektedir.

    Ancak bütün tedbirlere rağmen yine de hastalık ortaya çıkıyorsa, artık tek çözüm yolu tıbbi tedavidir. Tabipler, hastalığın sebeplerini araştırarak gerekli tedavi yöntemlerini uygulayıp hastayı eski haline getirmeye gayret ederler. Ancak tababetin bütün gelişmişliğine rağmen ilaç vs. gibi yardımcı unsurlara, cerrahi müdahaleye veya ruhsal problem ise psikolojik ve psikiyatrik yöntemlere rağmen tedavi edilemeyen hastalıklar bulunmaktadır. Çünkü kimi hastalıklar var ki artık bir organ işlevini göremez duruma gelmekte ve bedenin organları arasındaki uyum bozulmaktadır. Uyumsuz çalışan bir bedende ise bir takım işlevlerin yerine getirilememesinden kaynaklanan problemler baş göstermektedir. Bu bakımdan vücudun ana unsurlarından işlevini yerine getiremeyen organ veya dokuların yerine, onun yerini tutması beklenen yeni, fakat aynı işlevi görebilecek başkasına ait bir organ veya dokunun nakledilmesi gerekmektedir. Tedavisi mümkün olmayan hastalıklar nedeniyle görev yapamayacak derecede hasar gören organların yerine, canlı veya ölüden alınan bir yenisi ve sağlamı ile değiştirilebilmesi işlemine ”˜Organ Nakli' veya ”˜Organ Transplantasyonu' denilir. Organ naklinin yapılabilmesi için, hastadaki organın artık iş yapamaz derecede harabiyete uğramış olması, canlıdan böbrek nakli veya ölüden alınan organla hasta insanın kan ve dokularının uyum sağlaması ve organ bağışı belgesi veya kendisinden organ alınacak ölü insanın birinci dereceden yakınlarının izninin olması gerekmektedir.

    Organ veya doku naklinde ya yapay dokular -örneğin diz kapağı nakli, kalp kapakçığı, protez bacak nakli vs.- kullanılarak nakil gerçekleştirilir; ya kalp kapakçığı naklinde olduğu gibi bir hayvandan yararlanılır; veya böbrek naklinde olduğu gibi canlı bir insandan daha çok birinci derecedeki yakınında kullanılmak için böbrek alınır yahut ölmek üzere olan bir insanın -böbrek dahil- organlarından yararlanılır ki bizi ilgilendiren konu da bu son iki durumdur. Öyleyse organ naklinin gerçekleşmesi için, ilgili organın bağışlanması gerekmektedir. Organ bağışı, bir insanın “ölümünden sonra organlarının başka bir insan için kullanılmasına izin vermesidir.” Böylece hasta bir insandaki bir organın işlemez hale gelmesiyle bozulan bedenin uyumluluğu ve organlar arasındaki simetri tekrar eski haline getirilerek vücut estetiği korunmuş olur. Bedenin sağlıklı çalışabilmesi için, bu iç uyumun yani iç estetiğin bozulmaması gerekmektedir.

    b- Organ Naklinin Ahlaki (Etik) Boyutu
    Tıbbın görevi daha ziyade maddîdir. Organ bulunduğunda, nakli gerçekleştirecek olan ekip tarafından gerekli incelemeler yapılır ve uyum sağlanmışsa, tam donanımlı bir hastanede yapılan operasyonla bu organ nakledilir; ameliyat sonrası gerekli takip yapılır; vücut yeni durumuna uyum sağlarsa hasta hayata döndürülmüş olur. Operasyon ekibi, görevini yapmanın huzuru içinde mutluluk duyar. Oysa hem hastayı hem de sağlık ekibini mutluluğa götüren süreç öyle kısa ve kolay değildir. Bu mutluluğu getiren veya getirecek olan tıbbi ve düşünsel hazırlık aşamalarının olumlu sonuçları gerçekleşmeden bu mutluluğa ulaşılamaz. Konunun tıpla ilgili hazırlık aşamaları, ilgili bilim dalını ilgilendirdiği için, ben tıpla ilgili olmayan düşünsel boyut üzerinde durmaya çalışacağım.

    Organ nakli konusunda en çok merak edilen ve ilk akla gelen hususlardan biri, dinimizin bu konudaki tutumunun ne olduğudur. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, organ naklinin teknik ve tıbbî bir konu olmasından dolayı konunun dinle doğrudan bir ilgisinin bulunmadığıdır; dinimizin asıl kaynaklarında bu konuyla ilgili açık bir hüküm bulmak mümkün değildir. Hastalıklar konusunda İslam dininin tavrı, hastalığın tıpla ilgili bir konu olduğunu kabul etmekten ibarettir. Din ile tıbbî tedavinin doğrudan bir ilgisi yoktur; dinî inanç, hastaya oldukça önemli bir psikolojik destek sağlar. Hastalığın tedavisi, tıp bilimi tahsil etmiş hekimler tarafından ilaçla veya cerrahî müdahalelerle yapılır. Yapılan cerrahî müdahaleler hastalıklı organın onarılarak iyileştirilmesine yöneliktir. Ancak organ, olduğu haliyle onarılamaz ve iş yapamaz hale gelmişse, yapılacak tek iş eğer mümkünse organ naklidir. Organ değiştirilmediği taktirde hasta, ya yıllarca ıstırap çekecek veya ölecektir. Organın bir kısmı veya tamamı değiştirildiğinde hasta iyileşecekse, bu konuda dinin ve dinî kurumların tavrının olumlu olması beklenir. Konu tıpla ve insan sağlığıyla ilgili olduğuna, dinde de insan sağlığına çok büyük önem verildiğine göre, dinî tutum ve tavrın da genel olarak tıbba ait bir işin yine tıbba bırakılması, dinî kurumların yaklaşımının ise tıbba yardımcı olma ve organ naklinin teşvik edilmesi yönünde olması gerekmektedir. Nasıl ki kan kaybı olan bir yaralıya, aynı kan grubundan olmak ve herhangi bir bulaşıcı hastalık riski taşımamak kaydıyla sağlıklı bir insandan kan nakli yapılıyorsa ve dinî kurumlar buna müsaade ediyorsa, organ nakli de aynı kategoride değerlendirilmelidir.

    Dolayısıyla konunun dinle olan bağını, dinde asıl olanın sağlığı korumak olduğu noktasından kurabiliriz. Sözgelimi Kuran'da “Kim bir insana hayat verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibi olur” buyurulurken, Peygamberimiz de bir hadisinde “hastalanmadan önce sağlığın değerini bilin” diyerek insan sağlığını öncelikli korunacaklar arasında göstermektedir. İslam dini, insana değer veren bir dindir. Sağlıklı bir toplumun oluşması, sağlıklı bireylerin bulunmasına bağlıdır. İnsan sağlığının bozulması durumunda da onun tıbben tedavi edilmesi gerektiği, dinimizin öncelikleri arasındadır. Tarihe bakıldığında Türk-İslam medeniyetinde hastanelere özel önem verildiği ve erken dönemlerde önemli hastaneler inşa edildiği, hatta insan sağlığına verilen önemden dolayı Büyük Selçuklu Devleti'nin savaşlarda hem yaralılara, hem de normal hastalara hizmet sunmak üzere sahra hastaneleri kurdukları bilinmektedir. Organ nakli ve bağışı da aynı çerçevede değerlendirilmeli ve bunun gerekliliği, dinî kurumlarca da onaylanmalıdır. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlığı, organ naklinin dinî bakımdan hiçbir sakıncası olmadığını belirtmektedir.

    İkinci bir husus, organ bağışlayacak kişinin durumudur. İşte konunun ahlakî olan tarafı da burasıdır. Sağlıklı bir insanın veya sağlığını yitirmek üzere olan bir insanın yakınlarının özgür iradeleriyle ve başkalarının geleceğini düşünerek verdikleri bir karar ve bu kararın sonucu olan bir eylem vardır burada. Bir kere hiçbir zorunluluk ve baskı söz konusu değildir. Yani organ bağışında bulunan kişi hiçbir baskı altında kalmadan iki seçenekten birini tercih etmek durumundadır; ya bir organını bağışlayacak veya bağışlamayacaktır. Bu iki seçenekten hangisini tercih ederse etsin, bunu tamamen kendi isteğiyle gerçekleştirmektedir. Her ahlakî eylem, ya mutluluk kazanmak (eudaimonizm) veya haz almak (hedonizm) için yapılır. Burada konuyu her iki yaklaşım açısından da değerlendirmeye çalışacağım.

    Hedonist ahlak anlayışı dediğimiz ahlakî eylemlerde haz iyi, acı kötüdür. Organ bağışı gibi bir konu, bireysel hazzın dikkate alındığı bu anlayış içerisinde ele alınabilir mi? Çünkü bu anlayışa göre organ bağışında bulunan kişi, kendisi ölü bile olsa bedeninin incinmemesini isteyebilecektir; hedonizmde asıl olan, acıdan kaçmaktır. Diğer taraftan organ bağışında bulunan insanın yakınları da ölen yakınlarının cesedinin ıstırap çekmesinden yana olmayabilirler. Kaba bir hedonizm açısından olaya bakacak olursak, ölüm anında bile olsa organ bağışı yapmak, acı vereceği için kötüdür. Oysa hedonizmin ünlü temsilcisi Epiküros'a göre önemli olan acı karşısında kayıtsız kalmak değil, bu acıyı yenebilmektir. Asıl erdemlilik budur. Erdem, korku ve acıları yenmeyi öğretir, kalıcı hazların kapılarını açar. Erdem, yani bilgelik, bir hazzın gelecekte acıya mı, yoksa hazza mı veya şu anki bir acının gelecekte hazza mı, yoksa acıya mı yol açacağını bilmek demektir. Ölen bir insan, bu acıyı veya hazzı hissedebilir mi ki yaptığı işin gelecekte yol açabileceği durumu algılayabilsin? Epikuros'un bu konudaki tavrı, hayattayken ölüm korkusunu yenmekle açıklanabilir. Ona göre “biz yaşarken ölüm yoktur, ölüm geldiğinde de biz artık yaşamda değilizdir.” Öyleyse her ne kadar her haz iyi ve her acı kötü ise de her ikisinin de gelecekteki durumuna bakmalı ve ona göre karar verilmelidir; insan, yaşarken yaptığı organ bağışının, ölüm anında yapılacak ameliyat sırasında hissetmeyeceği acıların kendisini rahatsız etmesini önleyebilir ve hatta bunu, ”˜nasılsa ölüm anında artık yaşamadığıma göre organın benden alınmasında acı hissedemem' diyerek haz almaya bile çevirebilir. Konuyu böbrek nakli açısından düşündüğümüzde, canlı bir insanın kendi kararıyla bir böbreğini bir yakınına veya herhangi bir insana vermesi de hem bu hastanın acılarının hem de kendisinin nakil esnasında çektiği acıların gelecekte ortadan kalkıp hazza dönüşeceğini bilmesi açısından organ bağışlayana haz verici bir durumdur; dolayısıyla bu da bir erdemliliktir. Kendisine organ nakli yapılacak kişi açısından da Epikuroscu hedonist yaklaşımı değerlendirebiliriz. Kendisine organ nakli yapılacak kişi, hastalığından dolayı acı çekmektedir. Yapılacak organ nakli de pek kolay olmayıp yeni acılar ortaya çıkarabilir. Oysa şu anki şiddetli bir acı, gelecekte sağlıklı bir hayatın başlangıcı ve sıkıntılardan kurtulmanın ilk adımı olacağından dolayı hasta, kalıcı hazza ulaşmak için her türlü acıya katlanmalıdır. Öyleyse konuya hasta açısından bakıldığında da çekilen acıların sonu, sağlıklı bir hayat elde edileceği için, hazdır.

    Diğer ahlak anlayışı olan eudaimonist ahlak anlayışı açısından konuya bakacak olursak şu değerlendirmeleri yapabiliriz: Bu tür ahlakta iyi ve kötünün ölçüsü haz ve acı değil, mutluluktur. Bu öğreti, insanın bütün yapıp etmelerinin amacının mutlu olmakta yattığını kabul etmektedir. İnsan, kendisine veya başkasına fayda veren bir eylemi gerçekleştirdiğinde mutlu olur. Bu başkası, bir canlı varlık olabileceği gibi, çevre ve tabiat da olabilir. Ancak bizi burada ilgilendiren, insana yönelik fayda ve mutluluktur. Mutluluk konusunu da organ nakli açısından değerlendirdiğimizde ikisini kısmen yukarıda açıkladığımız üç asli taraf karşımıza çıkmaktadır: Biri kendisine organ nakli yapılacak kişi, diğeri organı bağışlayacak ve kendisinden organ alınacak olan kişi, üçüncüsü de bu nakli gerçekleştirecek olan tabip ve operasyon ekibi. Bu nakille ilgilenen ikinci derecede insanlar da vardır. Bunlar da hastanın ve bağış yapanın yakınlarıdır.
    Şimdi konuyu teker teker analiz etmeye çalışalım: Aslî taraflardan biri olan hasta, ihtiyacı olan ve onu hayata döndürecek olan organın bulunması için sürekli olarak umutla beklemektedir. Bir atasözümüzde “deveyi hamut insanı umut yaşatır” denildiği gibi, hastayı hayata bağlayan, beklediği organın bir gün bulunacağı ümididir. Böyle bir insana, ”˜organ nakli yaptırmak dinî açıdan sakıncalıdır' demek bu insanın bütün ümitlerini yok etmekten başka ne işe yarayabilir. Bu insana yapılabilecek en iyi yardım bir taraftan organ ararken bir taraftan da organın her an bulunabileceği ümidini aşılamaktır; doyasıya ve istediği gibi serbestçe yaşayamadığı hayatını bir gün yaşayabileceği ümidini sürekli canlı tutmaktır. Hastada zaten bu ümit vardır. Yapılması gereken, bu ümidi yok etmemektir. Organ bulunduğu anda çekilen acılar ve sıkıntıların unutulup mutluluğa dönüşeceğini hatırlatmaktır. Bu mutlulukta aynı zamanda bugüne kadar işe yaramadığı, kendisine ve başkasına fayda sağlamayan bedeninin faydalı hale gelmesi ve hayata yeniden bağlanma ümidi de vardır.

    Taraflardan ikincisi olan organ bağışında bulunacak kişi, -burada böbrek bağışında bulunan bir kişiden söz ediyorum- daha başlangıçta bir acıya katlanmayı, iki böbreğinden birini bu acılarla kaybetmeyi kabul etmektedir; organ bekleyen kişiyle aynı acıyı paylaşmaya hazırdır. Nasıl ki, hedonist ahlakta sonunda acıya dönmeyen hiçbir aşırı haz bulunmuyorsa, eudaimonist ahlak anlayışında da, canlı bir organını verirken çekilen acı, bir başkasına hayat vermesinden ötürü mutluluğa dönüşmektedir. Hasta da mevcut acılarına yenisini ekleyip, çeşitli operasyonlar, yeni organa uyum sağlama aşamaları vs. sonunda, tüm bu acıları mutluluğa döndüğü için sevinmektedir. Eudaimonist ahlak temeline yerleştirdiğimiz organ bağışında acı, sevince ve mutluluğa dönüşmektedir. Bağışta bulunan kişi kendisinde bulunan sağlıklı hayatın, başkasında da bulunmasını isteyerek bir diğerkamlık örneği vermekte ve başkası için acılara katlanmakta ve gerçek bir insanlık sergilemektedir. Ahlak felsefesinde buna ”˜altruist ahlak anlayışı' denilmektedir; yani egoizmden (bencilik) kurtulup özgeci bir tavır takınarak, kendisi kadar, hatta kendisinden çok başkasını düşünen ahlak anlayışıdır altruist ahlak. Bağışı yapan kişi, kendi isteği ve seçimiyle ameliyat riski almakta, bu riske girerek başka bir insanın hayatını kurtarmakta ve onun yeniden hayata dönmesine vesile olmaktadır. İşte gerçek erdemlilik, budur; bu durum, acının hazza dönüştüğü bir mutluluktan ve erdemlilikten başka ne ile izah edilebilir.

    Organ bağışında, daha önce de belirttiğimiz gibi canlı bir insandan yapılan nakilden başka iki bağış şekli daha bulunmaktadır. Organ bağışı ve naklinin en fazla gerçekleştirildiği ve üzerinde en fazla tartışılan konu da bu bağış ve nakil şekilleridir. Biri, kişinin organ bağışını kendi ölümüne bağlaması; diğeri de herhangi bir kaza veya uzun süreli rahatsızlıklar sonunda beyin ölümünün gerçekleşmesi durumunda yakınlarının izniyle organların bağışlanıp nakledilmesi. Bu iki durum da yukarıdakinden farklı ve daha kolay olan bir durum olmasına rağmen, çoğu insan, ölüye saygı duyulması noktasından hareketle bunun yanlış bir tutum olduğunu savunmaktadır. Ölen insana elbette saygı duyulmalıdır; ancak ölen bir insanın bazı organlarının, yaşama ümidi ve şansı olanlara nakledilerek onları hayata döndürmek hem ölen insanın bir kısım organlarının yaşamaya devam etmesini sağlayarak ölüye saygıdır, hem de sıkıntılar içinde yaşayan bir insanı sağlıklı bir hayata döndürmekten dolayı, yaşayan insana saygıdır. Ölüden organ naklinde, ölen insana bir saygısızlık söz konusu olmadığı gibi, üstelik sağlığını kazanan insanın kendisine hayat veren insana, yaşamı boyunca minnettar kalıp onu minnetle anması ve ona hep saygı duyulması sağlanmaktadır. Çünkü bedenin bütünü, toprak altında çürüyerek zaten toprağa karışacaktır. Organ nakli, bir kısım organların çürümeye terk edilmesi yerine başka insanların yaşamasına vesile olmaktan başka bir şey değildir. Toprağa terk edilecek organlarla bir hayat kurtarmak, bu organların çürüyüp yok olmasından daha kıymetli olsa gerektir. Kaldı ki her zaman “iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırma”yı denemeliyiz. Organ bekleyen kişinin kendimiz olabileceğini de düşünerek bu konuda yargıda bulunmalıyız.

    Organ bağışında ahlakî çerçeveye giren bir başka husus da bağışı yapan kişinin, yaptığı işi bir insanlık görevi olarak yapmasıdır. Organ bağışı yapan kişi, böyle önemli ve ulvî bir işi maddî çıkar sağlamak için kullanmayı düşünmemeli, bir gün aynı duruma düşebileceğini düşünerek bu yardımı karşılıksız olarak yapmaya gayret etmelidir. Zaten sıkıntıda olan, ümitsizlik içinde kıvranan hasta ve yakınlarını, bağışladığı organın maddî bir değeri olduğunu hatırlatarak ikinci bir sıkıntıya sokmak etik açıdan iyi bir davranış olmasa gerektir. Yapılan iyilikler manevî bir hazla yapılmalı, onun vereceği mutluluk maddî hiçbir karşılıkla değiştirilmemelidir. Konuya bu açıdan yaklaşılmaması, organ mafyalarının oluşmasına adeta davetiye çıkarmak olabilir. İnsanları para vaadiyle aldatarak bir veya birkaç organını izinsiz bir şekilde veya zorla alıp, organ bekleyen hastalara satmanın insanlıkla ve iyilikle hiçbir ilgisi olmayıp, böyle bir eylem hem kanunsuzluk, hem de ahlaksızlıktır. Çünkü burada bir hastaya yardım etmekten çok, organ vermek isteyen sağlıklı bir insanı ve büyük paralar karşılığında bu organı satın alan hasta veya yakınlarını aldatarak çıkar elde etmekten başka hiçbir duygu bulunmamaktadır. Yardımseverlik duygusu başka duygulara yerini bırakmamalıdır.

    Taraflardan üçüncüsü de operasyonu yapan sağlık ekibidir. Nakli gerçekleştiren ekip hastayı hayata döndürmenin hem hazzını hem de mutluluğunu yaşamayı en çok hak edenlerdir. Yaptıkları tabiplik yemininin bir gereği olarak, maddî kaygıları bir kenara bırakıp, tüm tecrübe ve birikimlerini ortaya koyan hekimler ve sağlık ekibi, hem iyileşmeyi bekleyen hastayı hayata döndürmenin, hem onun yakınlarının ümitlerini söndürmemenin, hem de bağışı yapan kişinin kendisinin, ölüden alınmışsa yakınlarının, başka bir insana verdiği hayattan dolayı mutlu olmalarını sağlamanın zevk ve mutluluğunu tatmaktadır. Böyle bir tıbbî etkinlik, aynı zamanda hekimin, yardıma muhtaç olanlara, gerektiği şekilde yardım etme anlayışının somutlaşmış bir şekli olan tıp etiğinin bir yansıması olarak da görülebilir. Ekip aynı zamanda dünya kamuoyunda ülkemizin bu alanda ulaştığı seviyeyi göstermenin mutluluğunu da yaşamaktadır.

    Tüm bunlardan sonra belirtmek gerekir ki organ bağışı yapmak, iyi bir davranıştır ve bir insanlık görevidir. Organ bağışlamayı, acıma duygularıyla değil, sevgi, merhamet, yardımlaşma ve iyilik duygularıyla yapılan bir hayat bağışlama, bir hayat kurtarma ve insanlık adına ahlakî bir görev olarak görmeli, çeşitli zamanlarda başlatılan organ bağışı kampanyalarında öncelikle konunun önemi yeterince anlatılara toplumumuza mal edilmesi sağlanmalı, bu konuda kurumlar arası işbirliği yapılmalı, sağlıklı bir toplumun sağlıklı bireylerden oluşabileceği gerçeğinden hareketle organ bağışı teşvik edilmelidir. Türk milleti de zaten karakterinde bulunan iyilik ve yardımseverlik duygularıyla organ bağışı konusunda yeterince hassas davranabilecek bir yapıya sahiptir.