Milli ve Manevi Benlik - Abdulnasir KIMIŞOĞLU | Milli Vicdanın İlimle Hicreti
  • YAZARLAR
  • Emrullah ÖNALAN
  • Mehmet Zeki İŞCAN
  • Cevat GERNİ
  • Hasan SAĞINDIK
  • Seyfullah TÜRKSOY
  • Menderes ALPKUTLU
  • Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
  • Turan GÜVEN
  • M. Hanefi PALABIYIK
  • Kemal Polat
  • İrfan SÖNMEZ
  • Mustafa AKIN
  • Hacı GÜRHAN
  • Hafize ŞAHİNER
  • Fatma Sönmez
  • Ahmet ÜNAL
  • İrfan SEVİNÇ
  • Şahabettin YILDIZ
  • Oğuzhan ÖLMEZ
  • Ahmet Coşkun DÜNDAR
  • Muharrem BİTİREN
  • Mehmet SAĞLAM
  • Mete ÖZDİKİCİ
  • Ahmet ÖZTÜRK
  • Ufuk ÜNAL
  • B.BARIŞ KERİMOĞLU
  • M.Çağdaş ÇAYIR
  • Ahmet İZZETGİL
  • ERHAN HAŞLAK
  • Veysel AŞKIN
  • Suat UNGAN
  • Hayrullah DEMİR
  • Cemil İLBAŞ
  • Tahsin BULUT
  • Coskun KÖKEL
  • Bülent KARAKELLE
  • Senar BAŞAK
  • Küşat TAŞKIN
  • Orhan ARSLAN
  • Hakkı DURU
  • Hüseyin AKDOĞAN
  • Osman Kenan AKSOY
  • Hayrettin NEŞELİ
  • Kerim Alperen İBİŞ
  • R.Alparslan TOMBUL
  • Mehmet DOĞAN
  • Ali ARASOĞLU
  • Manaf BAGİRZADE
  • Zülfikar ÖZKAN
  • Veysi ERKEN
  • Abdulnasir KIMIŞOĞLU
  • Ömer YÜCE
  • Cengiz Yavilioğlu
  • Kemal YAVUZ
  • M.Lütfü YILDIZ
  • Orhan İBİŞOĞLU
  • Mehmet OKKALI
  • İsmet TAŞ
  • İsmail GÜVENÇ
  • M.Alperen ÇÜÇEN
  • Orhan KAVUNCU
  • Mustafa Toygar
  • Mete GÜNDOĞAN
  • Sadi SOMUNCUOĞLU
  • Ertugrul ASİLTÜRK
  • Yunus EKŞİ
  • Muhammet Esat KESKİN
  • Yücel OĞURLU
  • Aynur URALER
  • Hasan Gökhan Kotan
  • Mehmet Akif OKUR
  • Bozkurt Yaşar ÖZTÜRK
  • Mahmut Celal ÖZMEN
  • Fazlı POLAT
  • Mustafa İLBAŞ
  • Serkan AKIN
  • Musa IŞIN
  • Gündüz GÜNEŞ
  • Enver Alper GÜVEL
  • Necdet TOPCU
  • Onur ERSANÇMIŞ
  • Mehmet Bozdemir
  • Fahri Akmansoy
  • M. İkbal Bakırcı
  • M.Talât UZUNYAYLALI
  • Rubil GÖKDEMİR
  • Zeki ŞAHİN
  • Özkan ÖZKAYA
  • Dr. Muhsin YILMAZÇOBAN
  • İparhan UYGUR
  • Sami ŞENER
  • Hakkı ÖZNUR
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Nurettin KALDIRIMCI
  • Ali Rıza MALKOÇ
  • Namık Kemal ZEYBEK
  • Atilla BİTİGEN
  • Mahmut Zeki ÇABUK
  • Emre KESKİN
  • Şener MENGENE
  • Selami BERK
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Abdullah NEHİR
  • Gafur OTURAK
  • Recai ÇELİK
  • Ahmet Berhan YILMAZ
  • Nazmi ÖLMEZYİĞİT
  • Necdet BAYRAKTAROĞLU
  • Tarık Sezai KARATEPE
  • nikaO
  • Mustafa Duman
  • Ramazan ASLANBABA
  • Feyzullah BUDAK
  • Mahmut Esfa EMEK
  • Orhan SÖYLEMEZ
  • Asiye TÜRKAN
  • MİLLİ VİCDAN
  • KONUK MAKALELERİ
    MILLI VE MANEVI BENLIK
    Yazar: Abdulnasir KIMIŞOĞLU
    Milli benliklerini unutan millet ve kavimler zamanla kendi değerlerine yabancılaşıp köksüz, ruhsuz ve muhtevasız hale gelip asimile olmaktan kurtulamamışlardır.
    millivicdan.org - Milli ve Manevi Benlik

    Kelimeler kargaşası içerisindeyiz. Kavramlarımızın içi boşaltılmış ve bizlere yabancı hale getirilmiştir. Bu işin nedenine ve nasılına dalmadan sonucuna odaklandığımız zaman karşımıza aynen bu kelimeler ve kavramlar kargaşası çıkmaktadır. Bundan dolayıdır ki çoğu zaman söylemek istediğimizle anlatmak istediğimiz farklı olmaktadır. Ya da anlattığımızla karşı tarafın bizi anladığı arasında farklılıklar olmaktadır. Hani derler ya: “nasıl anlattığın kadar nasıl anlaşıldığında önemlidir” diye. İşte bu cümle içerisinde “kelimeler ve kavramlar” meselesi önümüze çıkmaktadır.

    Bu meseleden nasibini alan “benlik ve bencillik” kavramları da binlercesi içerisinden sadece ikisidir. Bu kavramlar dahi çoğu kez birbirine karıştırılmakta ve yanlış kullanılmaktadır. Bu kavramlar içi boşaltılan ve aslından uzaklaştırılan kavramlar silsilesine eklenmekten kurtulamamıştır. Bundan ötürü de kullanılan cümle ve konuşulan söz içerisinde farklı manalara sebep olmaktadırlar. Söylenmek istenen ve farklı anlaşılan farklı tezahür edilmektedir.

    Peki nedir bu kavramların asıl manaları diye soracak olursak şöyledir ki “benlik” kişinin kazanılmış olan kimliğidir. Ve yine benlik kişinin hissiyatını, fikriyatını, şahsiyetini ve haysiyetini inandığı değerlerle donatıp isimlendirmiş olduğu kazanılmış kimliğinin adıdır. Benlik budur. Ve benliğin şifreleri bu tanımlama içerisinde geçen kavramlarda aranmalıdır. Bu ince bir nokta ve hassas bir çizgidir. Buna dikkat edilmelidir.

    “Bencillik” ise kişinin egoları ve kendini beğenmişliğidir. Kibirlenmesi ve muhatabını küçük görmesidir de diyebiliriz. Çünkü nefsin elinde oyuncak olan kişilikler bu kavramı temsil eden manalardır. İşte bundan dolayıdır ki kendini beğenenlere “bencil” denilir.
    İşte bu iki kavram arasında bu derece bir mana farkı vardır. Birisi kişinin tavrını temsil ederken diğeri ise kişideki egoları temsil eder. Benlik kişinin ruhunu yansıtırken bencillik ise kişinin nefsani duygularını açığa çıkarır.

    Kısaca değindiğim bu iki kavramda bile ne kadar anlam farklılığı göze çarpmaktadır. Konuşma ve yazı dilinde konumları farklı olan bu kelimeler gibi niceleri vardır. Yazı ve konuşma dilimizde bizim mahalleyi temsil eden kelime ve kavramların neyi ifade ettiğini anlayabilmemiz için bu gibi kelime ve kavramların asıl ve öz manaları bilinmeli ve bu şekilde kullanılmalıdır.

    Bizi biz yapan değerler içerisinde belki de en önemli mevzu dilimizdir. Çünkü dil bir milletin ne anlattığı kadar nasıl anlaşıldığını da temsil eder. Kelime ve kavramlar üzerinde anlaşamadığımızdandır ki ülkemizde ve medeniyetimizde son yüzyıldır bir kargaşa buhranı bulunmaktadır. Medeniyetimizin inşasında bizi biz yapan değerlerimizin farkına varılmalı, değerlerin ciddiyetle üzerinde durulmalı, yozlaşmaması ve asli manasından uzaklaşmaması adına da doğru kullanılması konusunda dikkat edilmelidir. Bu gibi bütün hassas konuları dert edinme ve bu şuurla hareket etme adına işin ehli olanları bu tür mevzular üzerinde kafa yormaya davet ediyorum. Çünkü bu mevzu bir var olma mücadelesi kadar bütün değerlerimizle milli ve manevi kalınmasıyla da alakalıdır. Kendi öz varlıklarımızdan sapma olmadan tarihe gecen ve geleceğe de bu "öz ve asıl köklere" sımsıkı tutunup hayat hakkı kazanmamız, bu “milli benlik” davasında ana temadır.

    Milli ve manevi benlik, milletlerin varolması ve bu varoluşla ilelebet devam etmesidir. Gelenekten geleceğe doğru akıp giderken maziyle istikbâli birbirine bağlamada şah damar gibi hayati öneme sahip olan milli ve manevi benlik, kimliksizlik zehrinin de panzehiri ve şifasıdır.

    Milli ve manevi benlik hissinin sarsıldığı bu zamanda ve özellikle de yanlış yorumlandığı günümüz Türkiye'sinde bu konuyla ilgilenmek elzemdir. Bu mevzuyu gündeme alıp değerlendirmeliyiz. Ve bu kavram, asıl kimliğine kavuşması için tartışma süzgeçlerinden geçirilmelidir.

    Milli ve manevi benlik, bir milletin kendi değerleri ve hayat standartlarına sadık kalmasıdır. Bu özellik ve güzelliklerini yaşamalı ve yaşatmalıdır. Yani o milleti var eden ve kıyamda tutan fıtri hasletleridir. Bu hasletleri bilmek ve aslına uygun olarak yaşamak sahibi olduğu o milletin bekası demektir. Milli benliklerini unutan millet ve kavimler zamanla kendi değerlerine yabancılaşıp köksüz, ruhsuz ve muhtevasız hale gelip asimile olmaktan kurtulamamışlardır. Büyük Türk Milleti'nden olan Macarlar ve Bulgarlar bu konumuza örnek olarak verilebilir.

    Medeniyetlerin gelişmesi asimile hareketlerini tetiklemektedir. Çünkü gelişen medeniyet üstün geldiği kültür ve medeniyeti etkisi altına almaktadır. Tanzimant, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerinde bunu rahatça görebiliriz. Reform ve Rönesans hareketleriyle ilimde, fikirde ve teknikte ilerleyen batı medeniyeti bizlerin medeniyetine üstün gelmiştir. Bu hal karşısında da içimizden kendilerine hayran olan taklitçi zümreler çıkmıştır. Bu zümreler ilim ve tekniği almayıp batı tarzı bir yaşantıyı merkeze alıp bunu gelişmişlik saymışlardır. Bu durum, bizlerin fıtratına uymayan bir yaşam tarzı olduğu için bizleri taklit bataklığına sürüklemiştir. Halbuki batının tekniğini alıp kullanabilirdik. Bu hikmettir. Ama bizim taklitçi gruh, asırlarca dünyaya nizam ve intizam getirmiş olan medeniyetimizin ruh köklerine yani MİLLİ BENLİğindeki özellik ve güzelliklerine dokunarak, milletimizi kendi öz ve asıl değerlerine yabancılaştırmaya koyulmuşlardır. Bu başlı başına bizlerin kimliğine müdahaledir. Bu müdahale bizleri dinî, siyasî, içtimaî ve iktisadî ahlâk ve bütün milli hasletlerine yabancılaştırmaya götürür. Ve haliyle batı medeniyetine, kendinden geçip kendi değerlerini de unutarak körükörüne bir bağlılık bizleri asimile etmeye kadar götürür ki bu da kötü bir nihayettir. İlim ve tekniği olduğu gibi alıp milletimizin üzerinde uygulamaya koyulmak; bizleri taklitten kurtaramadığı gibi bu taklitçiliğin neticesinde milli benliğimizi yok etmeye en büyük etken olacaktır. Bu yanlışlardan dönülmeli ve engel olunmalıdır. Millitimizin bekası için alınması gereken tedbirlerden birisidir.

    “İnsan değerleriyle yaşar” cümlesini “millet değerleriyle yaşar” şeklinde ifade etmek aslında daha önemlidir. Çünkü insanı kıymetli kılan değerleridir. Bu değerler içerisinde temel konumunda olanlar arasında millet mefhumuda vardır. Çünkü millet şuuru var olmanın ana etkenidir. Bundan dolayı millet varsa insan vardır. Milletleşmiş olan insanlar değer sahibi olanlardır. Bu değerlerin kıymeti şahanelerinin farkında olanlar da "medeniyet" sahibi olanlardır.

    Başka bir milletin, kültürün, toplumun veya medeniyetin özellik ve güzellikleri örnek alınamaz mı? Alınabilir. Fakat örnek alınan bu özellik ve güzellikler, bizim medeniyetimizin potasında eritilip milletimizin fıtratına uygun hale getirildikten sonra kullanılabilir. Bu, kültürler veya medeniyetlerin etkileşimidir. Bu doğaldır. Olabilir ve bundan kaçınılmaz da. Tarih boyunca olmuştur da. Bizlere düşen bu hal karşısında kök ve temellerimizden uzaklaşmamak ve kadim geçmişimizle aramızda mesafe bulundurmamaktır.

    Fakat bu medeniyetler arasında etkileşimde temellerimize ve değerlerimize karşı koruyucu ve kollayıcı duruş gösteremeyen şuursuz yetki sahipleri bizleri köklerimizden uzaklaştırma politika ve değişimlerine neden olmuşlardır. Gelişme adına yapılan bir çok taklit konumunda ki gülünç durumlar, bizleri köklerimizden uzaklaştırma projesine farkında olarak olmayarak hizmet ettirmiştir. Farkında olarak yapıldıysa bu ihanet, bilmeden yapıldıysa bu da gaflettir. Gaflet affedilebilir ama ihanet asla. İhaneti affetmek, tavizleri doğurur; taviz de tavizi doğurduğu için yıkım kaçınılmaz olur. Bu kaide insan için de, devlet için de, millet için de medeniyet için de geçerlidir. Mesela Devleti Aliyye gibi bir medeniyeti yıkıma sürükleyenler başında yönetimde, idarede ve askeriyede bulunan söz sahiplerinin batı medeniyeti karşısında köklerimize karşı ruh, şuur, görüş ve duruş sergileyemeyenlerin ihanet, delalet ve gafletidir. Farklı kültür ve medeniyetlerden alınan özellik ve güzelliklerin islam medeniyetinin fıtratında eritilip şekillendirilmeden direk alınmasıdır bizleri kuru taklitçiliğe sürüklemesi.

    Bugün dahi batı medeniyetinin ilim ve tekniğini al(a)mayıp sadece yaşam tarzına heves ediyorsak bu bizlerin yıkımına ve asimile olmasına kapı aralamak olur. İslam medeniyetinin batı medeniyetine üstün olduğu zamanlarda batı bizlerden hem ilim ve tekniği aldı hem de yaşam tarzımızı. O devirlerde medeniyetimiz batı medeniyetine üstün geldiği için batı bizden etkileniyordu. İlim ve tekniğimiz yanında yaşam şeklimizle de ilgileniyordu. Bu yüzdendir Endülüs Medeniyeti'ni inşa eden islam medeniyetinin fikirlerini alıp reform ve rönasan hareketlerine temel hazırlamaları.

    Milli ve manevi benlikten uzaklaşmak bizleri yıkımın kıyısına getirir demiştik. Böyle bir kadere düçar olmak kısır ruhlu kişilerin hokkabazlığı neticesiyledir. Bu, dahili ve harici bedbahtların elinde olan hokkabaz ve şakşakçı takımı, milletimizi ve devletimizi içerden yok etmek için süfli kazançlar ile satın alınarak ihanet projelerinde görevlendirilen milli ve manevi ruhtan, şuurdan, menfaatten ve benlikten mahrum olan kimliksiz ve kişiliksizlerin ta kendileridir. Bizler millet olarak düşmandan çok bu kişiliksiz ve kimliksiz gruh ile savaşmışızdır. Ne yazık ki bu gruh, devlet ve milletimiz içerisinde daima yaşama hakkı elde etmiştir.

    Bu mesnetsiz takımın devlet ve milletimizin sinesinde açmış oldukları yaraları, milli ve manevi düşünce harmanımız içerisinde sarmak ve iyileştirmek bizlerin asli görevlerinden birisidir. Çünkü böyle bir iyileştirme işlemi, devlet ve milletimize karşı hem ödevimiz hem de hizmetimizdir. Bizleri bu duruma sürükleyen kimlik acizlerine, kişilik yoksunlarına, hissiyat yoksullarına, şahsiyetten bihaberlere, cılız fikirlilere, miskin düşüncelere, ruhsuz duruşlara, şuursuz taklitçilere, süfli niyetlilere, hain şakşakçılara, satılmış dalkavuklara, ilh.... söylenecek en güzel sözü şan ve şerefle dolu olan tarihimiz vermektedir. Çünkü tarih öyle birşeydir ki zamanla neyin ne olduğunu ve kimin ne olduğunu gün yüzüne çıkarıp vesikalandırmaktadır. Bu vesikaları göz önünde bulundurup bu tür bir kötü nihayete ve hüsrana uğramamak, düşülen gaflet-delalet-ihanet bataklığına düşmemek ve tekerrür eden tarih akışı içerisinde hataları tekerrür ettirmemek için sağlam duruş, isabetli karar ve doğru hamle yapmak mecburiyetindeyiz. Bu, bizlerin kadim tarihimizle süregelen oluş ve varoluş davamızın bel kemiğidir.

    Bu dava içerisinde milli ve manevi benliği muhafaza ve müdafaa etmek bizlerin en tabii hakkıdır. Bununla da sorumluyuz diyebilirim. Çünkü bu milli ve manevi benlik sağlam olduğu sürece hilal dünyası huzur bulacaktır. Bu, kimliklerini ve değerlerini bedel ödeyerek ve bu uğurda göz kırpmadan giyili kefenlerle hizmette bulunmak, bu mücadelenin öneminin farkında olanların yapabileceği bir gayrettir. İşte bu şuurla bu ülkü yolunda seferber olmak bizlerin tarihi görevidir. Çünkü bizlerden medet uman mazlum milletlere el uzatmak ve kan emici çark başında bulunan zalimlere de dur diyebilmek, rabbi rahmanın huzurunda mesul olacağımız bir görevdir. Bu kutlu görev bizlerin hilal dünyasına olan hizmetinden başka bir şey değildir.

    Yalnız böyle bir hizmette bulunmak ve bu hizmeti alnımızın akıyla devam ettirebilmek; hissiyat, fikriyat, şahsiyet ve haysiyetle dolu dolu olan bir kimliğin yani milli ve manevi hasletlerin pişirdiği bir benliğin var olmasıyla mümkündür. Bu vasıflarla donatılmış bir kimliğin temsil ettiği dava elbette ki kolay olmayacaktır. Çünkü bu dava batıl karşısında hakk olan davadır. Bu dava rabbi rahmanın dinini şiar edinen bir milletin davasıdır. Bu dava, muhammedi davanın alemdarlığını, mihmandarlığını ve sancaktarlığını yapan mukaddes bir davadır.

    Bu HAKK DAVA'nın asaletine uygun olarak milli ve manevi benliğimizi; kuvvetli, hakikatli, isabetli, basiretli, ferasetli, faziletli, muhabbetli, samimi, ilh... hasletlerle milli ve manevi olacak derecede özellik ve güzelliklerle donatmak, doyurmak ve doldurmak zorundayız. Bu hal, yüreklerimizi davamıza karşı sadakatle müzeyyen ve mecehhez edecektir. Ne zaman ki bu asil kimlik şuurumuzu kaybettik işte o zaman “hasta adam” diye yaftalandık. Bilemediler ki bu kan yine o kandır. Küllerimizden harlanacağımızı ve harlanan közlerimizin alev alev yükseleceğini kestiremiyorlardı. Bizler küllerinden dahi var olabilmeyi başarmış bir millet olarak bu dirilişimizi işte bu milli ve menavi benlik, ruh ve şuurumuza borçluyuz. Bu şiar bizleri daima hür ve gür sesli edecek: “hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl” diye okuduğum marş; benim benliğimi de, duruşumu da, var oluşumu da, dirilişimi de, şahlanışımı da, yükselişimi de, ilerleyişimi de, haykırışımı da daima dava edinecektir.

    Kanımın vücudumda dolaştığı gibi ruhumda dolaşan bu milli ve manevi benliğim yani kimliğim, benim yani devlet ve milletimin vicdani bir zenginliğidir. Bu zenginlik ruhumun yani devlet ve milletimin pınarı olduğu müddetçe; istikbalim ve istiklâlim, ödediğim bedellerimin tapusu olan şanlı bayrağım, “kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” diyecek kadar dünyada ki cennetim olan vatanım, mazluma ümit zalime korku olan ebed müddet devletim, “şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” bu dava uğrunda şehitliği “kahramanlar ölür yurdu yaşatmak için” şuuruyla şeb-i aruz sevdasına tutunmuş şehitlerim ve bu muhammedi dava yolunda zafer rabbi rahmandan deyip sıratı müstakimde sefer üzere olan bu mukaddes yolda daima alemdar, sancaktar ve mihmandar olacaktır.

    Netice itibariyle bu davada milli ve manevi benliğini kazanmış ve bu haliyle de tarihe kabul ettirmiş olan yüce Türk Milleti bütün bu haslet ve meziyetlerle zalimlere yavuzca bir duruşla, mazlumlara da yunusça bir oluşla tarihe kadim bir kök salmıştır. Bu meziyettir ki aziz milletimizi kısaca Çin Seddi'nden Adriyatik kıyılarına kadar ilerletebilmiştir. Bu ilerleme kızıl elma ülküsüyle hayat bulmuştur. Kızıl elmayı Alparslan Malazgirt'te, Fatih İstanbul'da, Kanuni Viyana'da, Yavuz Mısır'da, ilh... gördüğünden dolayıdır ki buralara sefer eylemişlerdir. Ve şimdi bizler KIZIL ELMA'yı; Asya, Avrasya, Afrika, Avrupa, Antarktika, Amerika, Avustralya kıtalarında göremiyorsak milli ve manevi benliğimize hastalık bulaştırabiliriz. Buna dikkat edile...

    Bu dava uğrunda kimliğimizi koruduğumuz sürece zaferlerle nasiplenmişizdir. Bu nasip uğrunda ebed müddet fikriyle büyük bedeller ödemiş bir milletin mensubiyeti olarak bu şiarı göğsümde nişan olarak taşımaktayım. Çünkü bu nişan benim yani devlet ve milletimin, büyük mizanda; rabbi rahmanın dinine karşı sancaktarlığını yaptığım hizmetin sözcüsü olacaktır. Milli ve manevi benliğimdeki hasletime hayran olmam bu şiarıma sadakatle hizmet etmemden gelmektedir. Ve dünyanın beni tanıması, manşetlerinden düşürmemesi ve dahi nefesimin ciddiyetini enselerinde hissetmeleri de tüm cihana karşı sergilemiş olduğum tavrımdan ve seferde gösterdiğim azim, gayret ve sabrımdandır. Emperyal güçlerin nefret etmesi, sömürülen milletlerin de benden medet beklemesi işte bu tarihi, coğrafi ve milli tavrımın ve duruşumun vesilesiyledir.

    Zaman zaman benimle muhatap olanların, milli ve manevi benliğimde ki yani kimliğimdeki vakarı görüp takdir ve tebrik etmişlerdir. Muharebe esnasında bile düşman askerine merhametle yaklaşıp onu kazanmayı denemek kadar, zalimlere de kin ve nefretin en ulvisiyle cevap vermişizdir. Barış zamanı itaatli sükûtumun, harp zamanı da haykırış ve şahlanışımızın çelikleşmiş hali vâki olur. Sektelere, engellere, mayınlara, ihanetlere, ilh.... uğrayabilirim ama milli ve manevi değerlerime sadık kaldıkça ilerleyişimden, ruhumdan, şuurumdan, oluşumdan, görüşümden, yürüyüşümden, tavır ve duruşumdan asla ödün vermem.

    İşte şimdi hilal dünyasının kan ağladığı ve dünyanın sisli, kirli ve bulanık olduğu bu zamanda yeniden şahlanabilmek, medetlere imdat olabilmek, zulümlere son verebilmek, dünya üzerindeki bu sis bulutunu bertaraf edebilmek için kimlik ve kişiliklerimizi milli ve manevi hasletlerle donatıp meydan yerine çıkma vaktidir. Bu, bizlerin tarihi sorumluluğudur. Sayın Tufan GÜNDÜZ hocanın da dediği gibi: “tarih bizi çağırıyor.” Bu sese kulak tıkamak bizlerin felaketi ve yıkımı demektir. Ki bu sese de milletimden kulak tıkayacak bir fert dahi bulunmamaktadır. Buna müteşekkirim. Enerjimi ve hareketimi bu uğurda harcama adına oluş mektebinde pişip batıla karşı taarruzda şahlanma vaktidir. Buna inanıyorum. Çünkü fedakârlığım, vatanperver ve milletperver oluşum, kutlu bir davada sancaktar oluşum, ilh... beni ziyadesiyle mutlu, umutlu, huzurlu eylemekte; heyecanlı, canlı, kanlı kılmakta ve iri diri tutmaktadır.

    Son söz olarak hilal dünyasının en ağır bedellerini ödeyen aziz milletim milli ve manevi benliğine tamamen vakıf olabilmesi için çalışmak ve hakk dava yolunda bu kimlik ve kişilik vakarıyla kurtlar masasını dağıtacabilecek bir yıkıcı, kırıcı, dağıtıcı ve ezici darbe olmak için, bu yolda kök, temel ve değerlerimize de sadık kalarak, dualı kelam ve kılıçlaşan kalem ordusunda da milli birlik ve beraberlik ülküsüne hizmet ederek bu gök kubbede hoş sada bırakabilmek için fiili ve gavli duasındayım...

    Gayret ve sefer bizden... güzel nihayet ve zafer rabbi rahmandandır...