MANEVİYATIN TOPLUM SAĞLIĞINDA Kİ ROLÜ
Batı Dünyasında yapılan bilimsel çalışmalar, maneviyatın, hastalığı yenebilme, madde bağımlılığının önlenmesi ve bırakılmasında, kalp hastalıklarının ve yüksek tansiyonunun önlenmesinde, ağrıların giderilmesinde, engelleri düzeltmede ve mortalitede (ölüm oranında) % 25 azalma olduğu ispatlanmıştır (Başbakkal, 2005).
millivicdan.org - Maneviyat, kişinin hayatında değer, amaç ve anlam arayışıyla ilgili bir kavramdır. Manevi olan her şey acıları öğrenmeye, düşmanlığı işbirliğine, kayıtsızlığı sevgiye dönüştürür.
Maneviyatın kişinin sağlığı ve mutluluğu üzerinde etkisi vardır. Peyami Safa diyor ki: “Bir hastalık önce ruhta başlayıp, sonra bedeni sirayet etmiş bir isyandır:”
Tıbbın ve diğer bilim dallarının, dinden ve maneviyattan tamamen kopuk kalması, tıp ve diğer bilim dallarının gelişimini de olumsuz yönde etkilemiştir. Şimdiye kadar sağlık, hastalık ve mutluluk gibi temel konular, ağırlıklı olarak fizikî boyutuyla ele alınmıştır. Batı Dünyası, bu hatayı fark ettiği için, hemen her alanda alternatif arayışlara girmiştir.
Batı Dünyasında yapılan bilimsel çalışmalar, maneviyatın ve dindarlığın sağlık, hastalığı yenebilme, hayat kalitesi ve hastalıklarla yaşayabilme kabiliyeti üzerindeki pozitif etkileri tespit etmiştir. Mesela sürekli olarak din kurumlarına devam eden inançlı kişiler, stres ve depresyonla baş etmede ve değişik hastalıklardan kurtulmada daha başarılı oldukları belirlenmiştir. Diğer taraftan madde bağımlılığının önlenmesi ve bırakılmasında, kalp hastalıklarının ve yüksek tansiyonunun önlenmesinde, ağrıların giderilmesinde, engelleri düzeltmede ve mortalitede (ölüm oranında) % 25 azalma olduğu ispatlanmıştır (Başbakkal, 2005).
Maneviyat ve Psikolojik Rahatsızlıklar-Hastalıklar
Maneviyata bağlılık ile psikolojik rahatsızlıklar bağlamında 2.616 ikize sorular sorulmuştur. Dindarlıkla ilgili olarak yedi unsur tespit edilmiştir. Elde edilen sonuç şudur: Belirli dinî duygu ve inançlara sahip olanlar, korku (anksiyete), panik bozuklukları ve madde bağımlılığı gibi psikolojik risklere maruz kalma ihtimali daha zayıftır. Dini faaliyetlere iştirak edenlerin, ortalama ömrü uzamaktadır.
İman, maneviyat ve sağlık arasındaki etkileşimi araştıran Walach ve ekibi, uygulamadaki maneviyatın önemini ve ortalama ömre katkısını başka bir cepheden gösterirler. Manevî yönden uygulamaya dönük tutum ve davranışların bulunmaması (salih amellerin işlenmemesi), psikolojiyi etkileyen semptomlar açısından bir risk faktörü oluşturur. Bu tespiti, tersinden okuyacak olursak, şu sonuca varabiliriz: Manevî tecrübeler, psikolojik yüklerin ortadan kaldırılmasını kamçılayan bir etkisi vardır. Manevî tecrübelerin edinilebilmesine yönelik daimî icraatlar, bütüncül sağlık açısından bedensel hareketler kadar gereklidir. İbadetlerine önem veren kişi, manevî sağlığı daha yerinde olacağı için, psikolojik rahatsızlıklara karşı kendini daha iyi korunabilmekte, sağlıklı ve uzun bir ömür yaşama şansına daha çok sahip olmaktadır.
Camiye, kiliseye veya havraya devam eden kişiler, toplum içinde daha sosyaldirler. Başka insanlarla birlikte olmak, kişiye manevî güç kazandırır. Toplumla beraber sosyal dayanışma içinde yaşamak, sağlık için her zaman iyidir.
İbadetler ve toplu dualar, pozitif hisleri ve düşünceyi aktif hâle getirmektedir. Pozitif hisler ise, müspet psikolojik değişikliklere ve olumlu sıhhî gelişmelere yardımcı olmaktadır. İyimserlik ve ümit, hastalıklar üzerinde iyileştirici tesirler yapmaktadır.
Maneviyat ve sağlık arasındaki bağlantı, insanların neye inandıklarından çok ne kadar inandıklarına bağlıdır. Harvard Tıp Okulunda Doktor olan Herbert Benson 1998 tarihinde Shambbala Sun'a verdiği bir röportajda öyle söylüyor: ”Eğer aşırı biçimde bir şeker hapına inanırsanız, bu inanç sizi iyileştirebilir. Neye inandığınızın neredeyse hiç önemi yok, ister dini bir inanışa, ister doktorunuza, ister doğanın kendisine. Hepimizin bir şeylere inancı var ve inandığımız şeyle iyileşebilmek için bedenimizin gücüyle ilişki kumalıyız ki bu da kişiden kişiye değişebilir “(Stone, s. 219).
Kişi yaşadığı her olayda “Bu bana ne öğretti?” sorusunu kendine sormalıdır. Bu şekilde olayların ders çıkarabilir ve olayların verdiği mesajı anlayabilir. İnsanlar genelde söz diliyle konuşurlar, bazıları ise duygu diliyle konuşur. Çocuklar ise davranış diliyle konuşur. Allah ise olay diliyle konuşur (Tarhan. 2012, s. 133). İnsan, her olayın, hayatı anlamak, yeni bir şeyler keşfetmek, gelişmek, olgunlaşmak bilge kişi olmak için bir fırsat olduğunu düşünmelidir. Her olayın bir mesajı vardır: “Gel beni, anla, yorumla ve içimde gizli olan anlamı bul “ mesajı vardır. Hayatta karşılaştığımız olaylara bir sorun olarak değil, bir gelişme, öğrenme fırsatı olarak bakmalıyız.
Duanın Gücü
Duanın sağlık üzerinde pozitif bir etkisi olabileceğini gösteren çok önemli çalışmalar yapılmıştır. Aşağıdaki alıntıda izah edilen örnek çalışma çok düşündürücüdür.
1998 yılında San Francisko'da yürütülen bir çalışma, duanın, 393 kalp hastasının kardiyovasküler sağlığı üzerindeki etkilerini araştırdı. Söz konusu hastaların haberi olmadan, bir grup için dua edilirken diğerleri için edilmedi. On aylık çalışmanın sunucunda, dua edilen grubun antibiyotik ihtiyacı beş kat azalırken, akciğerlerin sıvıyla dolduğu rahatsızlığın oluşma hızı üç kat azaldı (Frencis, s. 255).
Önemli olan başımıza gelenlere değil, başımıza gelenleri yorumlama ve anlama şeklimizdir. Başımıza gelene verdiğimiz karşılık sağlığımızı önemli oranda etkilemektedir. Bu hastalıklar için de geçerlidir. Eğer bir insan, hastalığına şu bakış açısıyla yaklaşırsa hastalığının daha az ıstırap vereceği ve iyileşme süresinin kısalacağı muhakkaktır:
“ Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir çeşit dermandır. Çünkü ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hastalık senin sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şikâyet etmemek şartıyla, mümin için ibadettir. Hatta bazı şükreden, halinden memnun olan hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir güne ibadet hükmüne geçtiği sahici söylentilerle gerçek rivayetlerle sabittir. O halde senin bir dakika ömrünü bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan şikâyet değil, ona teşekkür et (Nursi, s. 12). Ama bu anlayışa nasıl ulaşabiliriz?
Maneviyatı yüksek bir insan nasıl olunur?
Maneviyatınızı zenginleştirerek sağlıklı ve mutlu olmak için, kötü giden olaylara takılmak yerine, iyi giden şeylere şükredin. Yüce Kur'an'da “Şükredenleri ödüllendireceğiz (Ali İmran, 145)” diye buyuruluyor.
Her zaman sevdiğiniz olaylara ve insanlara odaklanın ve bu sevginin olağanüstü değerini bilin. Dale Carnegie'in ifadesiyle ”Üzüntüden kurtulup mutlu olmak için, size ihsan edilmiş olan nimetleri sayın; dertleri saymayın!”
Kendinizi mutsuz hissettiğinizde ve moraliniz bozulduğunda diğer insanlara yardım edin. İyi kimse, hem kendisi iyi olan, hem de başkalarının iyi olmasına çalışan kimsedir. “Bir mümini sevindiren, beni sevindirmiş olur” Hadisi yardımın önemini vurguluyor. Bu yardım sizin üzüntülü ve mutsuz ruh halinden çıkmanıza yardım eder, kalbinizi açar ve olumlu enerji yaymanızı sağlar.
ŞÜKRETMEK VE SAĞLIK
Şükretmek, bir kimseye minnet duymak, gönülden borçlu olmak, yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu sayma, bir iyiliğe karşı teşekkür etme, memnuniyet duyma ve gönül borcunu ödemektir. Dini anlamda da şükretmek, Tanrı'ya minnet duygusunu sunmaktır.
Eğer sürekli sağlık, mutluluk ve başarı istiyorsanız, şükretme duygusu içinde olmalısınız. Şartsız şükretme olmadan gerçek mutluluk olmaz. Mutluluk olmadan da sağlık ve başarıyı elde edemezsiniz.
Sağlıklı olmanın yolu şükretmekten geçer? Neden? İzah edelim:
Evrensel kanunlardan birine göre “zihin neye odaklanırsa, onu çoğaltır, besler ve büyütür” Negatife odaklanan kimse, daha fazla negatif olay, pozitif olana odaklanan daha çok pozitif olay yaşar.
Şükretme, dikkatimizi hayatınızın pozitif tarafına çevirir. Zihniniz derin ve yoğun bir şükretme hissi ile kaplıyken korku hissedemeyiz. Başarısızlıklarımızda da olumlu parçalar bulabiliriz. Dale Carnegie diyor ki: “Ayakkabılarım olmadığı için şikâyet ediyordum, ta ki ayakları olmayan bir adam görene kadar. “
Şükür, sahip olma duygusu hissettirir. Küçük olaylara, ilişkilere ve nesnelere bile şükrederek, sahip olma duygusu yaşayabilir ve yokluk bilincinden bolluk bilincine geçebiliriz.
Şükür sağ beynimizi harekete geçirir. Ne kadar çok şeye sahip olduğumuzu gösterir. Gücümüzü hatırlatır. Şükrederken, enerjimiz artar ve beynimiz akıl almaz çözümler üretir.
Şükretme, memnuniyet duyma, dinginlik (sakinlik), neşe, değerleriyle ve geçmişiyle kendini kabullenme bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Stres, öfke, depresyon, gerçek kimliğini inkâr etme, toplumdan tecrit olma ve olan bitene tepkisel yaklaşma ise bağışıklık sistemini engelliyor.
Bağışıklık hücreleri kişinin duygularımıza karşı duyarlıdır. İnsan mutlu olduğunda, akyuvarlar daha aktif hale gelir ve bunun sonunda hastalıklarla mücadele kolaylaşır. Çevremizdekilerle aramızda neşe ve bağlantı duygusunun baskın olduğu duygusal durumlarda olumlu bir tepki verirler. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, bağışıklık hücreleri, nesnel açıdan yaşamaya değer bir hayatın hizmetindeyken sanki çok daha iyi seferber olmakta ve sağlığı korumaktadırlar.
Şükreden insan iç huzura kavuşur. İç huzur olmadan vicdan gelişmiyor. İnsan ancak iç huzura sahip olduğu zaman iç sesini dinleyebiliyor. Vicdan ruhun en önemli aparatıdır. Vicdanı geliştiren iç huzur ise şükretmekle, halinden memnun olmakla kendini gösteriyor.
Sağlıklı yaşayabilmek için, şimdiki zamanın keyfini çıkarabilmemiz gerekir. Bu alışkanlığı kazananın yolu, her gün günün sonunda şükrettiğimiz şeyleri yazmaktan geçer. İnsanın şükredebileceği pek çok şey vardır. Ama duygusal çalkantılar içindeki kimseler şükredecek olayları ve insanları bulmakta zorlanırlar. Onlar ne kadar çok şeye sahip olduklarının farkında bile değildirler. Bu iş biraz çaba gerektirir. Şimdiki zamanda yaşayan insanlar sağlıklı ve mutludurlar. Çünkü onlar şükretme alışkanlığı kazanmışlardır. Mutluluğun farkına varmanın anahtarı, karşımıza çıkan her şey için her gün şükretmektir.
Kendimizi duygularımızdan ayıralım. Acı ve neşe sadece duygusal ifadelerdir. Duygularımızın kişiliğimiz olmadığını fark edelim. Daha güzel şeylere yoğunlaşarak daha güzel duygular oluşturabiliriz. Bu bizim elimizde. Duygularımız sadece düşüncelerimizin ürünüdür.
Beynimizin çalışma ilkelerine göre zihnimiz aynı anda iki şeyi düşünemez. Düşüncemiz aynı anda tek bir şeye yoğunlaşabilir. Bu da zevk verici bir düşünce veya acı verici bir düşünce olabilir. Düşüncelerimiz davranışlarımızı belirleyen temel faktördür. Her bir düşünce mutlaka bir duygu ile kodlanmıştır. Olumsuz bir düşünce zihnimizde otomatik olarak olumsuz bir çağrışım zinciri meydana getirir ve olumsuz düşünceler beraberinde hemen olumsuz duyguları hissettirir.
İşte bu sebeple evrenin Yaratıcısı, sağlıklı ve mutlu bir ömür sürmemiz için şükretmemizi istemektedir. Yüce Kur'an bu konunun önemini net bir şekilde gözler önüne sermektedir:
“Şükrederseniz elbette sizin nimetinizi artırırım.” (İbrahim 14/7)
“Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz.” Ali İmran 3/145
Faydalanılan kaynaklar
STONE, Gene. Hiç Hastalanmayan İnsanların Sırları, çev. Başak Öztürk, Yakamoz Yayınları, İstanbul, 2011.
FRANCIS, Raymond- COTTON Kester. Bir Daha Asla Hastalanmayın, Çev. Merve Duygun, Butik Yayınları, İstanbul, 2011.
BAŞBAKKAL, Zümrüt. Spiritüalite ve Hemşirelik, 3. Uluslararası -10. Ulusal Hemşirelik Kongresi; İzmir; 07-10 Eylül 2005).
NURSİ, Bediüzzaman Said, Hastalar Risalesi, Risale-i Nur Külliyatından, İstanbul, 2011.