KÖLENİN BİR ASIRLIK GECİKMİŞ İSYANI...
Türkiye, ayağındaki prangaları kırmak, bir asırdan beri devam eden zihinsel-psikolojik kölelikten kurtulmak için en kötü senaryoları göze almak zorundaydı.
millivicdan.org - Son beş yılda, Türkiye, küresel güçlerin kullandığı terör örgütleriyle hizaya getirilmeye, eski bir deyimle “tedip edilmeye” çalışıldı. Türkiye, niteliksiz nüfusu ile her alanda dışa bağımlı bir “pazar-ülke” olarak kalmalıydı. Dünyaya kapanmalı, İslam alemine sırtını dönmeliydi. Çin'de, Irak'ta ve Suriye'de yaşayan Türkler, kaderlerini başkalarının belirlediği bir unutulmuşluğa terkedilmeliydi. Hiç kimse, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesine, yaptıkları haksızlık ve adaletsizlikleri yüzlerine karşı haykıramamalıydı. Araplara ve gariban Afrikalılara aşağılanarak bakılmalı, Yahudi bankerlerin hakim olduğu IMF ve Dünya Bankası gibi finans kurumlarının kapısında onursuzca beklemeye devam edilmeliydi. Daha açık bir ifadeyle, eski köye yeni adet getirmeye gerek yoktu. Eski Türkiye neremize yetmiyordu da, insansız hava aracı, tank, tüfek, helikopter, füze ve savunma sanayinde milli üretime geçiliyordu. Bilim ve teknolojide yerimizi bilmiyor ve boyumuzdan büyük işlere kalkışıyorduk. Halkın 50 yıl gerisinden gelen iç siyasetin figürleri, Türkiye düşmanı küresel güçlerle öyle bir birleşmişlerdi ki, hayal bile edemedikleri büyük projelerden ve alt-yapı çalışmalarından rahatsız oluyorlardı. Onlara göre Türkiye büyümüyordu; aksine ülke yağma edilmiş ve yıkıma uğramıştı. Türkiye'nin huzur ve güven içinde olmasından, halkın iktidara el koymasından çok rahatsız olmuşlardı. Eski Türkiye'de küresel güçlerle işbirliklerine onlarca kılıf bulup gizlerken, şimdilerde çatal dilleriyle bu işbirliğini gizlemeye bile gerek duymuyorlar, geriye dönüşü olmayan bir yola giriyorlardı.
Küresel güçler, Türkiye'nin dışa bağımlı bir “Pazar Ülke” olarak kalmasını istedikleri için, eski Türkiye'nin tüketici niteliksiz nüfusundan ve mankurtlaştırılmış aydınlarından hiç rahatsız olmamışlardır. Hatta bu mankurt aydınlar parlatılarak öne çıkarılmış ve milli-yerli aydınlar ise halkın gözünde itibarsızlaştırılmışlardı.
Eski Türkiye'de gerek iç politika, gerekse dış politika küresel güçlerin belirlediği paradigmaya kölelik üzerine kurgulanmıştı. Küresel güçler, böyle bir Türkiye'de her şeyin “süt liman” olduğunu gösterecek ve sömürü düzeninin devamını sağlayacaklardı. Onlarla işbirliği yapan siyasetçiler, bürokratlar ve mankurt aydınlar her zaman baş tacı yapılmışlardır. Ne zaman ki, küresel güçler halkı ve milli-yerli aydınları manipüle edemez hale geldiler, işte o zaman sırtlanlar gibi saldırmaya başladılar.
Türkiye, ayağındaki prangaları kırmak, bir asırdan beri devam eden zihinsel-psikolojik kölelikten kurtulmak için en kötü senaryoları göze almak zorundaydı. Elbette, Türkiye, eski dünya düzeninin paradigmasını değiştirebilme gücüne sahip değildi; ama, hiç olmazsa “eski Türkiye” düzeninin paradigmasını değiştirebilirdi. Nitekim öyle de oldu... Ülkede devrim niteliğinde yapılan işler ve atılan adımlar, doğal olarak bir paradigma değişikliğine yol açtı. Bu paradigma değişikliğinin dışarıya yansıyan en önemli özelliği, küresel güçlere “sen sensen, ben de benim” diyebilmesiydi. Kölenin, zalim sahibine karşı isyan etmesi için her şey vardı; hatta köle çok geç bile kalmıştı. Yaklaşık bir asırlık bir gecikmeydi bu...