HUKUK BILINCI, ANAYASA BEKLENTISI VE TOPLUMSAL SORUMLULUĞUMUZ
(Yürürlükteki Anayasa metnine, bir yurttaş olarak önerilerim ve gerekçelerim)
millivicdan.org -
Hakkımızı kullanırken, hak ararken, hak ve fiil ehliyetimizin sınırlarını belirlerken, yerel ve evrensel hukuk kuralları hakkında öncelikle ön bilgi edinmemiz gerekiyor. Tüm teknik ve uygulama detaylarını, bu işi meslek olarak icra edenlere havale edebiliriz.
Tek kişi yaşıyorsak zaten kendi yaşam tarzımız ve beklentimize göre kural koyup yaşamaya devam edebiliriz. Fakat bir aile isek, bir apartmanda yaşıyorsak, caddede geziyorsak, bir markete alışverişe girmişsek, araç kullanıyorsak, bir işyerinde çalışıyorsak, bir kurumda eğitim görüyorsak, bir seçimde aday isek veya oy kullanıyorsak, yurt içi veya yurt dışında bir seyahate çıkmış isek zorunlu olarak yapmamız ve yapmamız/uymamız gereken kurallar bizi bekliyor demektir. Bunlardan dolayıdır ki, yaşanabilir bir toplumda hukuk bilinci ve adalet duygusu öncelikli olarak yer edinmesi zorunludur.
Bu alandaki okumalarımdan edindiklerimi mevcut bilinç yapımla harmanladığımda hukukun tanım aralığını, niteliğini ve önemini şöyle betimleyebilirim: Hukukun üstünlüğü, bağlayıcılığı, saygınlığı, açıklığı, bağımsızlığı, tarafsızlığı, evrenselliği, önceliği, öncülüğü, özerkliği, genelliği, pozitifliği, üretkenliği, sürekliliği, kurumsallığı, hakkaniyeti, toplumsallığı, uzlaşmacılığı, ıslahatcılığı ve meşruiyeti dikkate alınmaz ve uygulanmazsa, toplumsal alanda hukuk, oyun dışına çıkarılmış olur. Hukuk Aşkı Adlı kitabımın ideali, beklentisi, atmosferi ve özlemi bu öğreti ve ilkeler üzerine bina edilmiştir.
Adalet kavramı üzerinde de biraz durmak gerekir. Adalet duygusu ve gerçeği öyle bir güçtür ki; devletin, savcının, hâkimin, avukatın ve sanığın da üstünde ve hepsine aynı yakınlıkta, sıcaklıktadır. Hepsinin üstündedir. O bir ışıktır, şaşmaz terazidir adalet. Vicdanın özü, muhakemenin gözlüğüdür. Aklın besini, bilincin saklama kabıdır. Adalet, insanlığın mayası ve yol haritasıdır.
Adaletle doğup, adaletle uyanıp, adaletle yaşayıp ve adaletle hükmedip göçenlere yürekten selam olsun!
Adalet ve hukuk bilinci, belirli bir genel eğitimin devamında tamamlayıcı olarak düşünüldüğünde daha verimli ve kalıcı olabilir.
Öncelikle önemseyerek, merak ederek, ihtiyaç hissederek hukuk alanında genel bir eğitime ihtiyacımız var.
“John Potter Stockton'a göre anayasalar; insanların çılgınlık anında kendilerini öldürmemeleri için, akıllı anlarında kendilerini bağladıkları zincirlerdir” (1) Ne kadar mantıklı, tutarlı ve yalın anlatım değil mi? Yasa yolu ile frenleme, denge, denetimin en kısa anlatımı budur.
Yani demokrasi ile özgürlükleri savunurken, anayasalcılıkla yetkileri sınırlamayı ihmal edemeyiz.
Sayın Özbudun bu durumu kitabında oksimoron olarak tanımlamaktadır.
"Bir halk, her zaman anayasasını gözden geçip, düzeltme, ıslah etme hakkına sahiptir. Bir kuşak, gelecek kuşakları, kendi yasalarının hükmü altına alamaz. Condercet” (2) sözü de söz de mantık, tarih ve hukuk bilincimize
Yeni ufuklar açıyor.
Bir ülkede, bir kentte yaşıyor olabiliriz. Evrensel hukuk normları hakkında genel bilgi edinmek yaşamımızı daha anlamlı, verimli, huzurlu ve kolay kılacaktır.
Yargı reformunun, hukuk devriminin ilk adımı / başlangıcı; toplumun hukuk zihniyetinin, bilgi birikiminin dönüşmesi, gelişmesi gerekmektedir. Ne istediğimizi belirleyemiyorsak, sunulana itiraz etme hakkımız zayıflar.
Millet egemenlik hakkını, yalnızca meclis, hükümet karar ve uygulamalarıyla kullanmıyor elbette. Yargı da bu egemenliğin ayrılmaz bir parçasıdır. Fakat erkler ayrılığını ihlal ederek “jüristokrasi” ye de dönüşmemelidir. Bu çekince ile ilgili de bir alıntı yapalım.
“Bu bağlamda anayasa yapmanın anlamı, siyasetin hukuki çerçevesini çizmektir. Carl Schmitt, yasaların yargısal denetiminin, siyaseti hukukileştirmek yerine, yargıyı siyasileştirebileceğini de ileri sürmüştür” (3)
Bu çalışmadaki öncelikli amacım; hukuk felsefesi yöntemleri ile akıl yürütmek. Bir medeniyet ideali ve beklentisini beslemek.
Bu amaçla; 2010'da değişikliğe uğrayan, T.C. Anayasası hakkında bir yurttaş olarak, benim de tespit ve önerilerim olacak. Bu yasa metinleri, statik, durağan değer ve kavramlar içermiyor. Hazır bulmadık. Hiçbir yerden aynen taklit de etmedik. İhtiyaç ve problemlere göre güncellendi. Kimileri mutlu ve tatmin oldu, kimileri gereksiz buldu, kimileri kabul edilemez buldu.
Ceketinizin cebinde, tam kalbinizin üstünde taşıyıp, sıkça başvuracağınız; özgürlükçü, adil, barışçıl, katılımcı, çoğulcu bir anayasa önerisi hazırladım. Buna benzer bir sistem, zamanında geliştirilebilse ve uygulansaydı; ne 27 Mayıs olurdu, ne 12 Mart olurdu, ne 12 Eylül, ne 28 Şubat, ne 27 Nisan, ne de 15 Temmuz. Çünkü temsile adalet, sosyal adalet, denge, denetim ve gözetim mekanizmaları, çok güçlü, kalıcı ve verimli tasarlandı. Sağduyulu, sabırlı, serinkanlı ve sistematik hareket ederek, bu yolda yürümek gerekiyor. Önerdiğim sistemin, referandum ile en az %85 ile kabul edileceğine inanıyorum.
“Filozof R. W. Emerson (1804 ”“ 1864) çağının Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasal-toplumsal durumunu anlatmak için, “okuma yazma bilip de üst cebinde, yeni bir toplum taslağı taşımayan hiçbir kimse yoktu” (4)
Şu 200 yıl önceki, katılımcı girişken, felsefi, demokratik adalet ruhuna bakar mısınız?
Mahcup oldum, kendimden utandım doğrusu. Zira bir yurttaş olarak ben böyle bir girişime ancak 55 yaşımda yönelebiliyordum.
Ben de buradan hareketle, içerisinde anayasa önerimin de bulunduğu, 398 Sayfalık Hukuk Aşkı ”“ Yeni Bir Anayasa Özlemi- adlı kitabımı yayınladım.
Detayları kitaba havale ederek, özetle şunu belirtebilirim:5 kişilik Başkanlık kurulu olan, tüm üyelerin seçimle belirlendiği, kararların oy çokluğu ile alındığı, seçimde en çok oy alanın Başkan seçildiği, bir başkanlık sisteminden yanayım. Partisi ile bağını koparmış, seçim barajı %3 e düşürülmüş bir sistemin, temsilde adalete daha uygun olduğuna inanıyorum. Güçlü bir TBMM yapısı yasama organı olarak görev yapacaktır.
Tam bağımsız ve tarafsız Yargı ise, erkler ayrılığı ilkesine göre, Ulusal Adalet Yüksek Meclisince şekillenecek ve denetlenecektir. MGK'da Ana muhalefet Partisi Genel Başkanı ve TBMM Başkanının da bulunması toplumsal mutabakat ve özgüveni artıracaktır. Adalet Bakanlığı yerine; Haklar ve Özgürlükler, Arabuluculuk Bakanlığı kurulmasını öneriyorum. Önerimin şematik anlatımı aşağıdaki gibidir.
Bu metin, müzakereci, uzlaşmacı, esnek demokrasi öğreti, öneri ve öngörüsüyle hazırlanmıştır. Amaç, argümantasyon tekniği ile farklılıklar havuzuna bilgi üretmektir.
Demokratik bir hak olarak, yönetimlerin iradelerini sınırlayan, bireysel temel hak ve özgürlüklerin garantörü anayasadır.
Tüm vesayetlerden arındırılmış; anayasal yurttaşlık/yurtseverlik tanımı ve kabulü, toplumun kalıcı kenetlenmesini sağlayacaktır. Özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel normların himayesinde oluşacak bir anayasayı kolay kolay değiştirmeye ihtiyaç duyulmayacaktır.
Bir araçta motorun ürettiği hareket enerjisini, dört tekere dengeli dağıtamazsak, araç ya kilitlenir durur ya sağa çeker ya sola çeker veya kaza yapar. Hele frensiz araç büsbütün risk demektir.
Denge, denetim, gözetim, fren, müzakere, güvenlik, adalet, bireysel tercih ve ortak irade”¦
bu tür zorunlu değerlerden; istikrar ve kararlılık adına vazgeçemeyiz. Bunlar varsa zaten huzur, istikrar ve güven vardır.
Anayasaya ilave ve düzeltme olarak aşağıda sunduğum önerilerimde teknik olarak çelişkiler/noksanlıklar olabilir. Ham nitelikte sunulan, iyi niyet girişimi olarak düşünülmelidir.
Toplumda bir inancın, bir düşüncenin, bir politik tercihin / kısmi gücün kazanında yoğrulan anayasa metinleri, yamalı bohçaya dönmüş ve/veya sadece onaylayanların kabulüne mazhar olmuştur. Çoğunluğu sağlasanız da ittifaklara muhtaç olabiliyorsunuz.
Bu da doğru tercihtir belki ama noksandır. Tam ittifak, milletin tamamıdır. Hepsi oy vermese de
milletin tamamına yakınının özümseyeceği bir metin geliştirmek, sosyal bir sorumluluktur.
Partilere, etnik kimliklere, dinlere, tarikat ve cemaatlere ayrılıp birbirinden bağımsız şekillenen topluluklar/yığınlar; ortak bir millet kimliği oluşturamazlar. Kâğıt ve yasa üzerinde kalır bu birliktelik ve tartışmalar, her zaman her alanı kapsar.
Önerilerimin, uzman bir kurulun çalışmasıyla daha kabul edilebilir bir şekil alacağına inanıyorum. Öneri ve ekleme cümlelerde çelişki olabilir, farkında olmadan bütünlüğü bozabilir. Çünkü sıfırdan bir metin yazılmıyor. Tüm tadilat ve tamirat işlemlerinde de aynı durum geçerli değil midir?
Anayasa maddelerini ne kadar çok anlaşılır ve yalın bir dille, talepleri karşılar içerikte yazarsak; ihtilaflar, çatışmalar azalır, şerh, içtihat, itiraz ve yorum enflasyonunun da önüne geçmiş oluruz.
Hantal ve destan gibi uzun olmasa da kazuistik (ayrıntılı, düzenleyici) bir anayasa metninden yanayım. Kısa olması sorunları, ihtilafları azaltmıyor ki? Bu bir kültür, bakış açısı ve niyet sorunudur. Anayasanın kısa olması, bize zaman ve değer kazandırmıyor. AYM, Yargıtay, Danıştay ve AİHM kararları, ihtilaflar sonunda alınıyor değil mi? Tüm yüksek yargı kararlarını bir araya getirseniz beş milyon sayfadan fazla olur. Demek ki, kanunların, anayasanın kısa veya uzun olması, okuyana, hüküm kurana ve yorumlayana zaman kazandırmıyor.
Önermelerimde, devletin en üst yönetim organlarında çoğulcu, katılımcı bir temsil amaçlanmıştır.
Denge, denetim, fren ve uzlaşma mekanizmaları önemsenmiştir. İhtilaf ve uyuşmazlıkları en aza indirgemek öncelikli amaç kabul edilmiştir.
Mademki anayasa; hukuki normlar hiyerarşisinin en tepesindedir. En kapsamlı, en genel, en anlaşılır ve kabul edilebilir içerikte ve nitelikte olmalıdır.
“Söz büyüğün, para zenginin, güç muktedirin, hak güçlünün” yanlış yaşam tercihinden sıyrılmamız gerekiyor. Eşitlik, özgürlük, hak, hukuk, adalet, dayanışma, insanlık gibi değerler ve arayışları tam oturmamış olsa da devletlerden önce de vardı. Bu nedenle, bunlar devamlılık arz ediyorsa, devletin bir hükmü/anlamı vardır. Devlet adına bu kalıcı değerleri çiğneyip geçemeyiz.
Hakimiyet; yasama, yürütme ve yargı erkiyle, milletinse; milletin bir ferdi olarak, yasa önerisi hazırlayabilmek için, bir ön izin ve diploma formasyonu gerekmiyor olmalıdır.
Her görüş, öneri ve beklentiyi; bilimsel kriterlere uygun, demokratik kurallara bağlı, etik, estetik ve mantık ilkeleriyle uyumlu bir formatta dikkate almamız gerekiyor.
Bugüne dek yapılan anayasaları, genelde “Aslî kurucu iktidar” vasfı ile darbe yönetimleri şekillendirmiştir. İlgili maddelerle de korumuşlardır. Yasama organımız olan TBMM'deki 600 milletvekili karar birliğine varsa da mevcut anayasayı tamamen (ilga) değiştiremeyeceği değişik kaynak kitaplarda yazılmaktadır. Yani TBMM, şekli/kararı/sayısı ne olursa olsun “Tali kurucu iktidar” kabul edilmektedir. Bu durumu bir yurttaş olarak, mantığıma ve adalet arayışıma, anlayışıma kabul ettirememekteyim. Daha iyisine layık isem, niye ben ilelebet bir darbe anayasasına mahkûm kalacağım ki? Daha iyisini yapma hakkı, her zaman yasa dışı darbe yapanların mı olacak? Darbe yapanların, daha iyisini getireceğinin bir garantisi var mıdır sizce?
“Hakimiyet, kayıtsız ve şartsız milletindir. Millet, bu iradesini; yasama, yürütme, yargı erkleriyle kullanır” diyoruz da darbecilerin anayasa yapma iradesinden neden daha üst seviyede olamıyoruz?
Bunun açıklamasını, mantık ilkeleri, hukuk teorisi ve hukuk felsefesi ile yorumlamak gerekmez mi? 80 milyon bir araya gelse ancak tapu kanunu yapabilecek, darbeyle sözde asli kurucu iktidar kisvesine bürünenler, yeni anayasayı istediği gibi şekillendirecek, milletin başına sorun edecek. Buna neden gönülden razı olayım ki?
Şimdi felsefi olarak “asli kurucu iktidar” ve “tali kurucu iktidar” anlayışı hakkında biraz kafa yoralım.
Yeni bir darbeci dönem gelip, önceki darbecilerin anayasasını ilga ettiğinde, haklarında
kanuni bir işlem yapılabiliyor mu? Hayır. Demek ki darbe anayasasının değiştirilemez, kanuni bir dayanağı, vicdani bir tutamağı, toplumsal bir kutsallığı yoktur. Darbe hukukuna; hukuk teorileri ve normları arasında, kendisine alan açma fırsatı verilmemelidir. “Hakimiyet Milletindir” temel yaklaşımını geçersiz kılmaya kimsenin hakkı olamaz.
Adalet, herkese hakkı olanı vermekse, hak ettiğimiz, sonsuza dek yamalı bohça bir anayasa mıdır? Geçmişteki politikacıların ağır kusur ve ihmali sonucu, fiili, zorunlu bir durum olarak ortaya çıkan, sisteme müdahalenin ürünü olan; demokrasi, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü yönünden sorunlu olan, bir toplum sözleşmesine niye mecbur kalalım ki?
Hukuk devleti vasfı ile, hukukun üstünlüğü ilkesiyle hazırlanmışsa bir metin, değiştirilmeye açık olmalıdır. Zoraki dayatılan ve tabulaştırılan metinler, nikahsız çocuk hükmüne düşer.
Bilim kriterleri de; “kimse benden daha iyisini yapamaz” ön kabul ve yargısını geçersiz kılar.
Anayasa yalnız siyasi iktidar/silah gücüyle şekil verilecek bir hukuki belge değildir.
Teolojik, mitolojik, etnik ve ideolojik beklentiler de baskın çıkmamalıdır bu sözleşmede.
İhkak-ı Hak yoluyla, oldubittiyle hazırlanan, milletin çoğunluğuna rağmen, toplumsal bir sözleşme uygulanabilir değildir.
Toplum bireylerinin, kendi aralarında bir sözleşme, mutabakat geliştirmeden, devlet tüzel kişiliğiyle anayasa gibi üst bir hukuki norm geliştirmelerinin çok zor olduğunun da bilincindeyim.
Yasa hazırlayan otoritenin, toplumsal hakkediş hesabı yanlışsa, teokratik tabanlı bir dayatmadan ne farkı kalır?
Devlet aygıtı; olanı gözlemlemek, tanımak, anlamak, geliştirmek ve kabullenmek zorundadır.
Pozitif ve normatif hukuk kriterleri arasında; “en ideal anayasa, cunta marifetiyle yapılır”
diye zimni veya aleni bir madde var mıdır? Olmalı mıdır?
Birey iradesinin, arzu, beklenti, yorum ve önerisinin hiç mi bir değeri yoktur?
Genel toplumsal mutabakat metni statüsündeki anayasayı; kiminle, kim için, niçin hazırlıyorsunuz? Devlet, millet kaynaşması, güven, düzen, hak, özgürlük, adalet ve benzeri gerekçelerle değil mi? Peki bu sözleşme tek taraflı, gıyaben, re'sen geçerlilik kazanabilir mi?
Halk oyuyla yasal statü kazandırmakla iş bitmiyor. Garsonun getirdiği her yemeği, aç olduğumuz için yemek zorunda kalıyoruz. Tek tarafın baskın olduğu sözleşmeler; ceza ve icra ihtarnamelerine benzemektedir.
Dile getirdiği şu gerçek, tespiti cesaretimi, azmimi, umudumu, moralimi güçlendirdi:
“Anayasa, topluma ait, hayati bir karardır. Hukukçulara terk edilemez. Anayasanın yapımı değil, yapılmış bir anayasanın yorumlanması, hukukçulara ait bir iştir” (5)
Tabi buradan şu yorumu çıkaramayız; mahalle bakkalı, müteahhit milletvekili, anayasal bir beklenti, öneri ve yorum yaparken, hukukçular suskun kalmalı diyemeyiz elbette.
Kimlerin anayasa önerisi sunabileceğini, aşağıdaki öneri metnimde detaylandırdım.
Yetkisini, gönül rızası ve iradesiyle halktan almayan, istediği zaman devre dışı bırakamayan, kaynağında, mutfağında millet iradesi olmayan, millete yaslanmayan bir yasal metin, ortak ve kalıcı toplumsal mutabakat sözleşmesi olamaz. Dolayısıyla darbe şartlarında hazırlanan, “bir an önce gitsinler” düşüncesiyle onay verilen ve aktörlerinin yargılanıp ceza aldığı bir metin; tam demokratik bir anayasa kabul edilemez. Benim de hukuk felsefem budur.
Hukuk felsefesi ve teorisi hiçbir kişi veya kurumun tekelinde değildir. Bilimsel bakış bunu gerektirir.
Bir söz vardır hani; “madem ki herkes ettiğini bulacak. İyilik edin o zaman”
Bu sözü, toplumsal ilişkilerde ilke edinmemiz gerekiyor.
Diyalog, uzlaşma, müzakere, arabuluculuk, orta yol ilkeleriyle,
Barış, esneklik, dayanışma ve bütüncül bakış ülküsüyle, “yöntem, norm, nosyon” geliştiremiyorsak, ismin, tercihin, tanımın, niyetin, hedefin ve ulaşılanın hiçbir anlamı/değeri kalmıyor ki. Sonuçta bu kumaştan nasıl bir elbise çıkıyorsa, demokratik usullerle değerlendirmek zorundayız. Hukuk bilinci ve anayasa devrimi, milletin vicdanında yeşerip, büyüyüp gelişmeli.
Sayın Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, Meksika başkanlık modelinin nasıl “Patronlu Başkanlığa” dönüştüğünü, erkler ayrılığının kâğıt üzerinde kaldığını vurgulamaktadır .(6) Bu tür olumsuz örnekleri de dikkate alarak sistem geliştirme ve düzenleme yapmak gerekiyor. Sistemin, saf, yerli, birebir taklit olması gerekmiyor. Melez (hibrit) yöntemlerle, toplumun çoğunluğunun kabulüne mazhar olabilecek anayasalar hazırlanabilir. Demokratik, yargı denetiminden uzak, erkler ayrılığı etkisizleştirilmiş, bir yönetim şeklinin adının “başkanlık” olması, niteliğini değiştirmiyor.
“Her undan baklava, her odundan oklava olmaz” diye derinlikli felsefi bir atasözümüz vardır. En ideal anayasayı hazırlasak, onu anlamlı ve kalıcı kılacak olan, bireylerin demokrasi, hukuk ve adalet bilincidir.
ABD'nin 1787 yılında, yani 232 yıl önce yazdığı, toplumca kutsal bir metin gibi kabul edilen, saygı gören, güvenilen bir anayasanın benzerini biz niye yazamıyoruz, yazmayalım ki?
Bugüne değin plebisit yöntemlerle, özel mutfaklarda hazırlanan anayasa metinlerini noter gibi onayladık. Veya gerekçe sunamadan reddetmek zorunda kaldık.
Doğrudan demokrasi yöntemi ile, öneri sunarak, tartışarak, müzakere ederek, halktan süzülerek gelen bir anayasamız ol(a)madı. Sayın Prof. Dr. Kemal Gözler Bey'in de bu konularda yazılmış kitapları ve makaleleri vardır. Ayrıca, anayasa.gen.tr web sitesine de bakılabilir.
Meclis marifetiyle yeni bir anayasa yapmanın zorluğunu kabul ediyorum. Zaten seçim barajının %10 olmasından kaynaklanan tam temsil sorunumuz var. Meclisin veya bir komisyonun hazırladığı bir anayasa metnini halk oylamasıyla
%90 oy ile onaylasak bile, hazırlık aşamasında milletin geneli, çeşitliliği, iradesi Fikri, önerisi katışmadığından demokratik bir anayasa olmuş diyemeyiz.
10 farklı kitabından istifade ettiğim Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk Bey'in bu konuda
Güzel bir önerisi var. Truva Yayınları, Haziran 2010, Doğru Çözüm: Yepyeni bir anayasa
adlı 246 sayfa kitabının farkı bölümlerinde özetle şöyle bir öneri sunuyor: “Meclis tali kurucu iktidardır. Asli kurucu iktidar hukuki anlamda milletin tamamı ise, Yepyeni bir anayasa yapabilmek için ille de bir darbe beklemeye gerek yok.
Bunu uzlaşı ile çözebiliriz. Yeni bir kanunla ”˜Kurucu Kurultay' oluşturabiliriz.
Daha sonra 10 yıl kadar resmi bir görev almayacak olan, toplumun farklı kesimlerinden
oluşabilir bu kurultay. Akademisyenler, bu alanda söyleyecek sözü olanlar, hukukçu, sanayici,
Sanatçı, yazar, politikacı, Barolar Birliği, TOBB, TMMOB ve en az %1 oy almış partilerin temsilcilerinden oluşur kurultay üyeleri.”
Çoğulcu, katılımcı, demokratik, yerinde, mantıklı, kabul edilebilir, sürdürülebilir, tartılabilir
Dikkate değer bir yöntem değil mi?
İşte ben de böyle bir yöntemle yoğrulabilecek bir öneri sunmaktayım.
TBMM'de grubu bulunan tüm partiler, Barolar Birliği ve diğer yüksek yargı organları, deneyimli akademisyenlerin de katkılarıyla, dünyaya örnek olacak bir anayasa hazırlayabiliriz.
Böylece milletin parti parti, vatanın parsel parsel bölünme ihtimalini minimize etmiş oluruz.
Yanlışlarını göremeyenlere, görse de vazgeçmeye kıyamayanlara, Albert Einstein' den kulaklara küpe olabilecek bir söz paylaşayım:
“Bir bilim insanının acil ihtiyacı olan üç şey vardır: masa, sandalye ve tüm yanlışlarını içine atabileceği bir çöp sepeti”
Anayasanın halk iradesiyle şekillenmesi gerektiğini de Thomas Paine ne güzel dile getirmiş:
“Anayasa, yönetimin değil, o yönetimi kuran halkın eylemidir”
Ben kimim ve neden böyle bir anayasa öneri metnini kaleme alıyorum:
“Aşk ile bağlı/bağımlı, gönüllü, bir insanlık hukukçusuyum”
İnsanlık havuzunda yıkanmış, medeniyet deryasında durulanmış, bilimle kanatlanmış,
Sanat, etik, estetik, mantık değerleriyle donanmış, hedefe odaklanmış, inanç, ümit ve cesaretle şahlanmış nesiller yetiştirmek istiyorsak; yasa, kural ve uygulamalarımız, adaletin en zirve noktasını temsil etmelidirler.
Fuzulî'ye sormuşlar: “sevmek mi daha önemli, yoksa sevilmek mi” diye
O da cevap olarak: “samimiyet yoksa, bana göre ikisi de fuzuli” demiş. Yaşamı ve gayesini bu kadar kısa özetlemek herkese özgü bir yetenek değil tabi. Bugüne taşırsak:
“Yasama, yürütme, yargı; kuvvet ayrılığı mı olmalı yoksa birliği mi” diye sorgularsak:
“Toprağa insanca basmadıktan sonra, gönlümüzün frekansı, toplumla senkronize olmadıktan sonra, beynimiz ve onun direksiyonu zihnimiz; saygı, sevgi, şefkat, adalet, zarafet, mantık mesajları üretemiyorsa, bana göre ikisi de fuzuli.
Böyle yola çıktık. İnsana, insanlığa faydalı olmaktan başka bir şeye vaktimiz olmasa ve kalmasa gerek. Yoğun bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkan, anayasa önerimin de ilginizi çekeceğini umuyorum. Demokrasinin özünde; güven, barış, mantık, ikna ve müzakere vardır. Erkler ayrılığında, birinin diğerine üstünlüğü yoktur., dolaylı bir iç ahenk vardır. Bu süreç ve karşılıklı iletişimde, dominant (baskın) bir güç ve iradenin yeri yoktur/olmamalıdır.
Ceketinizin cebinde, tam kalbinizin üstünde taşıyıp, sıkça başvuracağınız; özgürlükçü, adil, barışçıl, katılımcı, çoğulcu bir anayasa önerisi hazırladım. Buna benzer bir sistem zamanında geliştirilebilse ve uygulansaydı; ne 27 Mayıs olurdu, ne 12 Mart, ne 12 Eylül, ne 28 Şubat, ne 27 Nisan, ne de 15 Temmuz. Çünkü temsilde adalet, sosyal adalet, denge, denetim ve gözetim mekanizmaları, çok güçlü, kalıcı ve verimli tasarlandı. Sağduyulu, sabırlı, serinkanlı ve sistematik hareket ederek, bu yolda yürümek gerekiyor. Önerdiğim sistemin, referandum ile en az %85 oran ile kabul edileceğine inanıyorum.
Anadolu ruhunu canlı tutmadan, milli anlamda ittifakını sağlanmadan; iç huzuru, kalkınmayı, birlikteliği, sosyal dayanışmayı, beklentileri karşılayacak düzeyde tesis etmek mümkün değildir. Gelişen/değişen dünyanın, aksiyoner, etken bir aktörü olmak mümkün değildir.
Bu hamleyi ancak, tüm dengeleri sağlayacak olan, yeni, kalıcı ve güçlü bir anayasa ile başlatabiliriz. Suç ve Ceza karşısında mademki kanunları bilmemek bahane/ gerekçe kabul edilmiyor, öyleyse neden her yurttaşın kolayca anlayacağı ve özümseyeceği bir anayasa metni hazırlayamıyoruz?
İnsan onur ve haysiyeti temelli, hak, özgürlük ve adalet eksenli ve öncelikli bir anayasaya
En kısa sürede kavuşmamız gerekiyor.
Değer yargıları, ideolojiler, kimlikler, inançlar, bireysel görüş ve tercihlerden arındırılmış
bir hukuk zihniyeti ancak hukukun üstünlüğünü ve bağlayıcılığını tesis edebilir.
Hukuk felsefesi, pozitif ve saf hukuk kuramı, buna benzer öngörü ve öğretilerle yüklüdür.
Bu mânâdaki hukuk bilincini; tabandan tavana veya tavandan tabana doğru yaymak her yurttaşın ideali ve ödevi olmak zorundadır.
Samsun, 23.07.2019
Ali Rıza Malkoç
www. arm.web.tr
#armozdeyis
Yararlanılan Kaynaklar:
1.Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türkiye'de Demokratikleşme Süreci, Bilgi Ünv. Yayınları, S.3
2. Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Demokrasinin sosyolojisi, Sentez yayıncılık, S.70
3. Engin Şahin, Siyaset ve Hukuk Arasında Anayasa Mahkemesi, İz yayıncılık, 2010
4. Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, Hukuk Politikasından, Yeni İnsan Yayınevi, 2008, S.123
5. Pof. Dr. Osman Can, Yol Ayrımında, Timaş, Mart 2012, S.31
6. Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, İletişim Yayınları, 2018, Türkiye'nin Anayasa Gündemi, S.132.