EN KALICI KIMLIĞIMIZ İNSAN OLMAK
Mitolojik ve imgesel anlatımlar ilgimi çekmiştir hep. Seçilen metaforun arkasında gizli ve derin mânâlar, işaretler vardır.
millivicdan.org -
Cümleleri sözlük anlamıyla yorumlayanlar yanılıyor ve bizi de üzüyorlar bazen.
Yıllar önce nerede okuduğumu hatırlamıyorum, bir kartal hikâyesi var aklımda. Güldürüyor ama düşündürüyor insanı. Birazda edebiyat sanatı ile süsleyerek anlatmaya çalışayım.
Kayalık, dağlık bir bölgede, dev bir ağacın tepesinde kartal ailesi yaşarmış.
Aile değil sanki kabile. Baba, anne, oğul ve torunlar ağacın tepesinde oda oda yuvalar yaparak, kartal mahallesi kurmuşlar adeta.
Yıllar geçtikçe de yuvaların zemini iyice pislenmeye başlamış. Dışkılar kuru otlara yapıştığından temizlemek de mümkün değilmiş. Kabilenin yaşlı reisleri deneyimli tabi. B*ka alışkın olduklarından umursamıyorlarmış bu durumu. Ama o yeni yeni büyüyen, iyi niyetli, temiz kalpli, gelecekten umutlu yavrular yok mu, dayanamamış ve haykırmışlar:
"Dede bu yuva çok pislendi, kokuya dayanamıyorum, artık başka yere taşınalım"
Bilge reis dede kartal, öyle bir yüksek sesle kahkaha atmış ki, karşı kayalardan yankısı duyulmuş.
Ve peşinden ciddiyetini toplayarak haykırmış:
"Bizde bu popo olduktan sonra, gittiğimiz her yuvayı kirletiriz. Bir yere gitmiyoruz, oturun bulunduğunuz yerde"
Objektif ve mantıklı bir değerlendirme yapacak olursak, dede ve torun kartal kendilerince haklı tabi.
Ama biz insanız, böyle davranamayız.
Kirletip bırakamayız, incitemeyiz, kıramayız, çevremize zarar veremeyiz, haksızlık yapamayız, kurnaz davranamayız. Acı, çile, zulüm ve rezalet karşısında duyarsız kalamayız.
Borcumuz, alacağımız, kıyafetimiz, makamlarımız, diplomalarımız, mezar taşımız, mamelekimiz, variyetimizi düştükten sonra geriye bırakabildiğimiz değerlerdir insanlık!... Ve bu mirasımızla anılacağız.
Antik çağ Anadolu filozoflarından biri de, yüzlerce sığırı barındıran ahırların temizliğine baş edemeyince, dere yatağını değiştirip, ahırların altından geçirdiği anlatılır. Kuvvetli bir sel geldiğinde sığırları da sürükleme ihtimali de var tabi.
Mitolojik anlatımları günümüze uyarladığımızda, şöyle bir özeleştiri yapalım: "neyimiz bozulmadı, neremiz kirlenmedi ki?" Güvensizlik, duyarsızlık, haksızlık ve tembellik içinde yüzüyoruz.
Komple temizlik için yağmur, sel, deprem bekleyemeyiz değil mi?
Süt ne ise kaymağı odur. Kaymak ne ise yoğurt da odur. Zehirli ot ile beslenen ineğin sütü de zararlıdır, kendisi de ölebilir.
Bireyler toplumda; çıkardıkları gürültü, sığındıkları şemsiye, edindikleri makam, biriktirdikleri mallar ile yer edinmeye çalışmaktadırlar. Bu bir psikolojik eğilim, sosyolojik gerçektir. Formül doğru olur da bazen, karışımı uygulayan ustabaşı oranlarda yanılabilir.
Neyi, nerede, nasıl, ne kadar, niye, kiminle;
paylaşacağımız/uygulayacağımız/
tartışacağımız konusunda şaşkınlık çağını yaşamaktayız. Soru ve sorunlar azalmadan/çözülemeden, her gün yenileri eklenmekte, dert yığınları oluşmaktadır.
Bireysel varoluşumuz, evrensel bir öngörü/öğreti ve aidiyetle taçlanmadıkça, kainatın, dışımızda kalan kısmıyla iletişim ve etkileşim halinde olmamız mümkün değildir.
Milliyetinin dışına çıkamayan, inancı dışındaki her oluşuma düşman gözüyle bakan, evrende insanlardan da başka canlıların yaşam hakkı olduğunu idrak edemeyen, tüm canlılar aleminin hatta cansızlar aleminin, yaratılış gerçeği olarak holistik bir algoritma ile birbiriyle alakalı olduğunu anlayamayanlar, birey dahi olamayacaklardır ki, nasıl toplumun bir parçası olabilsinler.
Beşbin yıl önce yaşamış ve ölmüş bir dinazorun toprağa karıştığını düşünelim.
O toprakta üretilen pirincin ithal edilerek soframıza geldiğini, yediğimizde o pirinçteki minerallerin, vücudumuzdaki sistemler aracılığıyle gözümüze yerleştiği bir gerçektir. Fakat bu durumu, "dinazor soyundan geliyoruz" anlayışıyla yorumlayamayız. Yediğimiz her toprak ve su ürününün arka planında bu gerçek vardır. Ve gün gelecek biz de öleceğiz.
Bedenimizde topladıklarımız, kim bilir hangi canlıya topraklık edecek ve dolaşıp nereye yerleşecek?
Tüm bu anlatımlardan geldiğimiz nokta şudur ki; bireysel varoluşumuz, beklentimiz, tavrımız ve irademiz, çevremizi ya güzellikle mayalayacak ya da zehir saçarak yaşanmaz hale getirecektir.
Düşüncemiz, sözümüz, adımlarımız, eylemlerimiz; yolumuzun kalite ve kalibresini belirleyecektir.
"Ya hayırlı bir yol aç, ya da yoldan çekil" muhteşem sözü, tam da bizim içindir vesselam!...
Samsun, 11.12.2019
Ali Rıza Malkoç