EĞİTİM VE ÖĞRETİMDE
Herkesin ya kendi siyasi geleceğine,ya yanlış inanışlarına göre eğitimde bir şeyler yapmaya kalkışmasının getirdiği; fanatiklik, hizipçilik ve tutuculuk girdabından çıkılarak bu tıp programın uygulanabilir..
millivicdan.org - Peygamber Efendimiz bir gün yolda giderken, hiçbir iş yapmadan tembel tembel oturan bir adam gördü. Adama selam bile vermeden yanından geçip gitti. Dönüşünde Peygamberimiz, yine aynı yoldan geçiyordu. Adam hala aynı yerde oturmaktaydı. Peygamberimiz bu defa adama selam verdi. Adam şaşırdı. Hemen kalktı ve Peygamberimize: - Ya Rasulallah! Siz giderken de ben burada oturuyordum. Bana selam vermemiştiniz. Fakat şimdi selam verdiniz. Bunun sebebi nedir? diye sordu. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu: -Ben giderken, sen bomboş oturuyordun. Hiçbir iş yapmıyordun. Dönüşümde ise, eline bir çöp almış yere bir takım çizgiler çiziyordun. Belli ki düşünüyordun. Düşünmekte çalışmaktır. Onun için sana selam verdim.(Kandemir,2004).
Bu makalede bizden yeni bir soluk, yeni bir yorum beklenmektedir. Okuduğumuz kitaplardaki ortak özelliklerden bahsedersek; teorik olarak her şey çok güzel açıklanmış, yabancı kaynaklardan bolca tercüme yapılmış, örnekler verilmiş. Fakat uygulamada, gerçek hayatta karşılaşılan problemlere neredeyse hiç yer verilmemiş. Taba modelinde programın öğretmen tarafından yapılacağı anlatılıyor. Bunu gerçekleştirmek zor gözüküyor, çünkü üniversitelerde verilen eğitim bizi bir eğitim programının içeriğini hazırlayacak seviyeye getirmiyor, bizler sadece yıllık, ünite ve günlük ders planı hazırlıyoruz, aslında bunlara plandan ziyade bir iş takvimi hazırlıyoruz desek daha doğru olur. Bu planlarda sadece teftişte sıkıntı yaşamamak için yapılıyor, bire bir aynısını uygulama şansı zaten yok. Bunun dışında başka bir hususta bir çok öğretmenin bilgisi ve psikolojisi, bir program yapmaya müsait değil. Herkes kendi ideolojisine, yalan yanlış inancına göre bir şeyler yapmaya kalkışacaktır. Fanatiklik, hizipçilik ve tutuculuk girdabında boğulmuş bir çok öğretmenin yapacağı program ciddi sıkıntılar meydana getirecektir.
Tyler modelinde ise programın okul tarafından yapılması esas alınıyor. Fakat öğretmenlerde olan sıkıntı ne yazık ki okullarda da var. Bu açıklamalar kimseyi kırmak, küçümsemek için değil, mevcut durumun tespiti içindir. Almanya' da Eyalet Eğitim ve Kültür Bakanlığı Komisyonunun aldığı karara göre, öğretmen lisans eğitimi süresi bütün düzeyler için en az 9 dönemdir. Her dönem en az 160 saat ders alınması gerekir. Eğitim, Eğitim Bilimleri ve bir branş alanı ile özel eğitim derslerini içerir. Derslerin yaklaşık yarısı özel eğitim derslerini içerirken diğer yarısı Eğitim Bilimleri ve branş alanı çalışmalara ayrılır. (Şahin, 2006). Bu seviyede eğitim almış bir öğretmen rahatlıkla bir eğitim programı hazırlar.
Açıkça söylemek gerekirse hem öğretmene hem de okula kendi programlarını yapma yetkisi verilirse tefrika düşünebileceğimizden daha fazla olabilir. Çünkü taassup, tek tipleştirme, kendilerinden farklı olan insanları rahatsız edecektir. Eğitim programımız bu memleketin öncü anayasası olmalıdır. Yapılacak genel bir eğitim programı çerçevesinde, kırmızı çizgimiz korunmak kaydı şartıyla, öğretmenlere ve okullara programda inisiyatif kullanma yetkisi verilmesi gerekir. Çünkü her şeyi tek merkezden idare etmek mümkün değildir. Bu yetkinin sınırları da yapılacak araştırmalar ve teknik analizlerden sonra belirlenmelidir. Yabancı bilim adamlarının ortaya koydukları eğitim modelleri daha çok kendi ülkelerine uymakta, bir başka deyişle sistemi oturmuş, kuralları saat gibi işleyen, öğretmeni çok iyi yetiştirilmiş ülkeler için uygundur. Bizim bu programları uygulayabilmemiz için zamana ihtiyacımız var. Bir gün olacağına inancımız tamdır inşallah.
Biz ise önce eğitim programlarının gelişmesinin önündeki engelleri, daha sonra eğitim programlarının hangi öğelerden oluşması gerektiğini ve son olarak ta değerlendirmenin nasıl yapılabileceğini kısaca ele alacağız. Kitaplardakinden farklı olarak bizler yani programların uygulayıcıları, karşılaştığımız sıkıntıları ve bunların çözüm yollarını pratikten gelen tecrübemizle ortaya koymaya çalışacağız.
14/09/2011 tarihli resmi gazetede yayınlanan Milli Eğitim Bakanlığının teşkilât ve görevleri hakkında kanun hükmünde kararnamede, Milli Eğitim Bakanlığının görevleri a- maddesinde şöyle der: "Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedenî, zihnî, ahlakî, manevî, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek." Aynı kararnamenin 3. bölümünde öğretmenin görevleri ve sorumlulukları 79.madde 5/b fıkrasında şöyle der: "Ünitelendirilmiş yıllık plan ve ders planlarını yapar; kendilerine verilen dersleri okuturlar. Derslerle ilgili öğrencilerin de aktif olarak yer aldığı araştırma, uygulama ve deneylerin yapılmasını sağlar." Bu maddeler eğitim ve öğretim açısından ideal olmamakla birlikte, bağlayıcıdır. Herkesin görevi yoruma meydan bırakmayacak şekilde açık ve seçik bir şekilde belirtilmiştir.
Türkiye' de iktidara gelen bütün siyasiler, eğitim programlarını ülkenin ihtiyaçlarına göre değil, bir sonraki seçimleri kazandırabilecek şekilde düzenlemektedirler. Eğitim yöneticilerinin de siyasi referanslarla atandığı göz önüne alınırsa, eğitimde siyasilerin büyük rolü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkemizin zengin kesimi ise, eğitim programlarından şikâyetçi olmamakla birlikte, sadece kurumları için gerekli olan yasal düzenlemeleri önemsemektedirler. İşin ciddiyetini bilenlerin ise oldukça az ve etkili olamadıklarını görmek zor değildir.
Temennimiz eğitim programlarının eğitim programcıları ve öğretmenler tarafından ortak yapılmasıdır. Bu çalışma çok kapsamlı olduğu için seçilecek kişilerinde iyi yetişmiş olması gerekir. Eğitim programcıları önce bizim insanımızın karakteristik özelliklerini, huyunu, mizacını iyi bilmeliler ve tanımalılar. Çünkü toplumu tanımadan yapılacak programlar havada kalacaktır, amacına ulaşmayacaktır. Onlar bir terzi gibi ölçüleri tam aldıktan sonra üstümüze tıpa tıp uyacak bir elbise çıkarmalılar. Gelişmiş ülkelerin programlarını iyi okuyup, analiz etmeliler. Programları doğrudan doğruya kopyalamak yerine, kendimize uygun bir şekilde düzenleyip, harmanladıktan sonra yerli bir eğitim programı olarak ortaya koymaları gerekir. Program uzmanlarının kişiliği sağlam olmalı, ne aşağılık kompleksine kapılmalı ne de havalarda uçmalı. İyi yönümüzü de eksik yönlerimizi de ortaya koyabilecek insanlardan oluşmalıdır. Seçilecek öğretmenlerimizde ise meslekte on beş yılı doldurmuş olmak, yılda en az üç kere branşıyla ilgili toplantılara katılmış olmak, alanında eser vermiş olmak, alanıyla ilgili ulusal ve uluslararası yayınları takip etmek şartları aranmalıdır. Taklitçi değil şahsiyetli adam olmalıdır.
Değerlendirme Bütçe İstikbâl Zamanlama Teorik&Pratik Milli&Evrensel Koordinasyon İhtiyaç Ortak dil İnanç Kültür Fikir birliği
Eğitim Programı da
Aşure Modeli
Program hazırlamaya başlamadan önce ilk yapılacak iş nasıl bir insan yetiştirmek istediğimize karar vermektir. Çünkü yapacağımız bütün çalışmalar yetişecek insanın hem kendisine hem de içinde yaşadığı topluma faydalı olması için olacaktır. Bunun kararını verebilmek için toplumda yaşayan herkesin görüşüne başvurulmalıdır. Ortak değerler, ortak paydalar tespit edilmelidir. Görüşmeler, tartışmalar, farklı kesimlerden yetişmiş bilim adamları veya sivil toplum kuruluşları arasında olmalıdır. İstek ve talepler dinlenmeli, makul ve mantıklı teklifler kabul edilmeli, endişe ve kaygılara sebep olan, istismar edilebilecek talepler ise tartışılıp, tarafların birbirini ikna etmeleri sağlanmalıdır. Toplumdaki farklılıkları tespit etme ve farklılıkları programa dahil etme hususu ciddiye alınmalıdır. Herkes programda kendi değerini görmelidir, çünkü sahip çıkılmayan program ölü doğmuş çocuk gibi olacaktır. Hiç kimse dışarıda bırakılmamalı, dışlanmamalı. Dışlananların, istenmeyen arayışlara ve çözüm yollarına başvuracağı unutulmamalıdır. Sonuçta sıkıntısını yine biz çekeceğiz. Sağlanacak fikir birliği herkesin uygulanmak istenen programa sahip çıkmasını sağlayacaktır.
Bir başka hususta asırların birikimi olan kültürel değerlerin geliştirilerek yeni nesle aktarılmasıdır. Kişilerin kendi kültürlerini yaşatabilecekleri ve başkalarıyla paylaşabilecekleri fırsatlar sunulmalıdır. Kültür kavramının içine saraydan yöreye, Sarayiçi' nden Sulukule' ye kadar uzanan bütün yaşanmışlıkların ve yaşananların girdiğini düşünüyorum. Her ne kadar saray hayatı olmasa da, bir saray protokolü, bir saray mutfağı kültürü devam etmelidir. Bir yörenin yemekleri, folkloru, adetleri, gelenekleri küçümsenmemeli, yabana atılmamalı. Bu birikim eğitimde kesinlikle yer bulmalı. Bizim çocuklarımız , torunlarımız, atalarının mezar taşına turist gibi bakmamalı, onları okuyup anlayabilmeliler. Bir kültür dili olarak Osmanlıca okuma ve yazma her Müslüman Türk evladına öğretilmeli. Çağımızın savaş metotlarından bir tanesinin de kültür savaşı olduğunu düşünürsek, bu konunun ihmale gelmeyeceği açıktır.
Kültürümüzün temelini teşkil eden inancımızda artık karantinadan çıkartılıp, eğitim programında yerini almalıdır. İnsanı tam kapasite, hatta kapasitesinin çok çok üzerine çıkaracak olan dindir. Ateşleyici bir güçtür. İçinde din bulunan bir program hem birlik ve beraberliğimizin harcı olacak, hem de milletimizin teveccühünü kazanacaktır. Hem öğretenler hem de öğrenenler ibadet aşkıyla çalışacaktır. Herkes inancına göre din eğitimi almalı. Bu eğitimin, örgün eğitimin içinde olması şarttır. İnanmayanın da inancı güvence altına alınmalı ve din derslerinden muaf tutulmalıdır. Bu konuda nüfus cüzdanlarındaki beyanlar dikkate alınmalıdır.
Hazırlayacağımız eğitim programının ortak bir dili olmalı. Okunduğu zaman rahatlıkla insanların çoğu tarafından anlaşılmalı. Ülkemizdeki farklılıkları dikkate alırsak, herkesin anlayabileceği dil Türkçe' dir. Fakat Türkçe' nin yanında farklı dillere de yer verilmeli. Dünyanın global bir köy haline geldiği zamanımızda bir dille yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Hele bizim gibi stratejik bir bölgede yaşayan, çok dilli ve çok kültürlü bir devletin mirasçıları için tek dil yeterli olmaz. Seçilecek diller çok iyi düşünülmeli, işimize gerçekten yaramalı ve çeşitli olmalı. Vatandaşlarımızdan gelecek taleplerde dikkate alınmalı. Örneğin; ünlü İslâm alimi Saidi Nursi Münazarat isimli eserinde kurmayı düşündüğü Medresetü'z-Zehra isimli okulda, eğitim dili olarak "Arapça vacip, Türkçe lâzım, Kürtçe caiz" (s.127-129) olmalı demiştir. Bu istek seksen yıl önce dillendirilmiş, belki o günlerde bu tavsiyeye kulak verilseydi, bugün bu konularda şiddetli tartışmalar yaşanmayabilirdi. Hem bölgedeki vatandaşlarımız Türkçe' yi bir din büyüğü istediği için severek öğrenirlerdi hem de kendi ana dillerini eğitim alanında kullanmış olmanın mutluluğunu yaşarlardı.
Gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra ihtiyaçlarımız ortaya çıkacaktır. Bundan sonra ihtiyaçlarımızı düzene koyma çalışmalarına girişilir. Müfredat ana sınıfından üniversiteye başlayana kadar bir bütün olarak koordine edilerek hazırlanmalı. Çünkü birbirinden kopuk bir program zaman kaybına ve başarısızlığa sebep olacaktır. Aynı şekilde programda yer alan derslerde birbirinden kopuk bağımsız olarak düşünülmemelidir (Bilen, 2009). Bir derste hepimizin Adem ve Havva' nın çocukları olduğumuz diğer derste ise hepimizin maymunun çocukları olduğumuz söylenmemelidir. Bu tutarsızlıklara son verilmelidir. Derslerin içeriğinde tutarlılık, bilimsellik esas olmalıdır. Hem millilik hem de evrensellik olmalı. Tarih, edebiyat, coğrafya gibi derslerde hem memleketimizden hem dünyadan konular ve kişiler işlenmeli. Karşılaştırmalı olursa öğrenme açısından daha da kalıcı olur. Aynı kişi, aynı olaylar hiç değiştirilmeden ilkokuldan üniversiteye kadar anlatılmamalı.
Programda teori ve pratik dengesi gözetilmelidir. Bütün derslerin uygulaması olmalı, kağıt üzerinde kalmamalı. Özellikle bütün meslek liselerinin orta bölümü olmalı ve uygulamaya gerekli zaman ayrılmalıdır.
Bir diğer hususta programda zamanlamadır. Ders süreleri kırk dakikayla sınırlandırılmalıdır. Ayrıca okulların dönem açılışları ve kapanışları illere göre değişiklik göstermesi gerekir. Çünkü hava şartları, hasat zamanı, toplu ibadet zamanı ve diğer sebepler eğitimi etkileyebilmektedir. Bu ayarlama, o ildeki çiftçi, esnaf, eğitimciler ve mülki erkan tarafından yapılması gerekir. Eğitim öğretim iki dönem olarak değil üç dönem olarak, toplamda iki yüz yetmiş altı iş günü olarak planlanmalıdır.
Bütün bu çalışmaların sonucunda öğrenciler geleceğe, hayata hazırlanması gerekir. Yüksek öğretime hazırlanan yüksek öğretime, diğer öğrencilerimiz ise meslek sahibi yapılarak mezun edilmelidir. Yani program istikbâl vadetmelidir.
Uzmanların hazırlanan eğitim programı için bir bütçe çıkarmaları gerekir. Bunun içinde personel giderleri, araç-gereçler ve diğer giderler hesaplanır. Bütçe sadece devlet imkânlarıyla değil, vakıflar, vatandaşlarımızın katkı payları ve sponsorlar vasıtasıyla yapılmalıdır. Özel teşebbüse kolaylıklar sağlanmalıdır.
Programın uygulama süresini bir yılla sınırlandırmak gerekir. Bir yıldan sonra gelen şikâyetler, istekler ve görülen eksikler giderilerek tekrar yeni programla yeni döneme başlanmalıdır. Değerlendirmeler önce branş zümrelerinde, sonra okul bazında öğrencilerin de görüşü alınarak yapılmalıdır. Her ilçede her branşta tecrübeli bir öğretmen denetçi olarak atanmalıdır. Tecrübeli öğretmen belli zaman aralıklarıyla okulları dolaşıp branşındaki öğretmenlere rehberlik yapmalıdır. En büyük denetim tabii ki insanın içindeki Allah korkusu ve vicdanıdır.
Son olarak büyük uğraşlar verilerek hazırlanacak eğitim programını en güzel şekilde sunmak kalmıştır. Bu iş biz öğretmenlere düşecektir. Yani aşurenin tatlı kısmı. Büyük gönül insanı Yunus Emre bize yapacağımız ilk işi ne güzel açıklamış:"Yunus Emre der Hoca - Gerekse var bin hacca - Hepisinden eyice - Bir gönüle girmektir". Öğretmenin en büyük meziyeti öğrencisine sevgiyle yaklaşmak olacaktır. Onun gözlerine bakması, susup onu dinlemesi, seni anlıyorum demesi öğrenciye ilâç gibi gelecektir. Gönlün anahtarı sevgidir. O kapıdan girip gönüllere taht kurmak lazım. Hem dersin hem gönüllerin hocası olmak gerekir. Bilgi ile gönül bir araya gelince eğitimde aşamayacağımız engel kalmayacaktır”¦
Ufuk ÜNAL
Almanca Öğretmeni ve Eğitim Programcısı
Kabataş Erkek Lisesi
KAYNAKÇA
BİLEN, M. (2009). Sağlıklı İnsan İlişkileri, Anı
KANDEMİR, Y. Beni seven Peygamberim 7, Nesil Çocuk Yayınları Ocak 2004.
Münazarat - (1953-1955). http://www.risaleler.com/wwwroot/turkish/nurlar-tr/k-munazara/metin/1953.htm
Resmi Gazete, 14 Eylül 2011 Çarşamba, Sayı: 28054, Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname.
ŞAHİN, M. (2006). Avrupa Birliği Ülkelerinde ve Türkiye' de öğretmen yetiştirme sistemlerinin karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü