DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE KATILIMCI DEMOKRASİNİN İZLERİ (2)
Klasik Dönem Osmanlı yönetim anlayışında, merkezi otoriteye bağlı, ama beledi fonksiyonlar bakımından çeşitli araçlarla ve kurumsal yapılarla şekillenmiş bir yerel yönetim modeli vardır.
millivicdan.org - Tarihsel Süreçte Katılım
Yönetime doğrudan katılımın ilk örneğine, Eski Yunan site/şehir devletlerinde rastlıyoruz. Doğrudan veya katılımcı demokrasinin bilinen ilk örneğini oluşturan bu sistem, Atina Demokrasisi olarak da anılır. M.Ö. 3. Yüzyılın ortalarına kadar, yani yaklaşık iki yıl sürüyor.
Esasen erken dönem demokrasileri de denilen, ilkel demokratik kurumların, kentlerin ilk ortaya çıktığı yer olarak kabul edilen Mezopotamya kent devletlerinde var olduğu düşünülmektedir. Ancak bahse konu bu yapılar, tarihte kayda değer bir ize sahip değillerdir. Aynı zamanda kendilerinden sonraki toplumlar üzerinde de demokratik kurumların geliştirilmesi bakımından önemli bir etkileri yoktur.
Bu nedenle, kabile demokrasileri de denilen eski Mezopotamya kent devletlerindeki bu yapılarla Eski Yunan Demokrasisi' ni kıyasladığımızda, siyaset hakkında sistematik olarak düşünme, gözleme, yorumlama, siyaset teorileri geliştirme, kamusal tartışma sonucu karar alma ve bu kararlara uyma sanatını keşfetme gibi hususlarda Eski Yunan Demokrasisi ilk uygulama olarak kabul görür.
Atina Demokrasisi
Atina Demokrasisi site/devlet yönetiminde meclis oluşturma ve katılımcılarla birlikte tüm kararları bu mecliste alma ve bu kararlar doğrultusunda uygulamalar yapma bakımından tarihte ilk olma özelliğini taşımaktadır. Meclis devletin en üst organı olarak görev yapmaktadır ve meclisin üzerinde hiçbir güç yoktur. Öte yandan Atina Demokrasisinde dikkat çeken bir başka özellik ise, meclisin en üst organ olmasının yanında, yargı erkinin meclisten bağımsızlığıdır. Hatta yargı gücü zaman zaman meclisten daha etkili görev yapmaktadır. (9)
Antik Yunan demokrasisinde, teoride bütün yurttaşlar, yasama organı durumundaki ”˜Eklesia' adı verilen şehir meclisinde, oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti. Ancak bu sistemde ilk dikkati çeken özellik, bariz bir eşitsizliğin var olması ve özgürlük yerine aksine bir baskının mevcudiyetidir. Nitekim katılım halkın tamamını kapsamamaktadır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan kölelerle yabancılar, katılımın tamamen dışındadırlar. Ayrıca yurttaşların yarısını oluşturan kadınlar da, katılım hakkında yoksundurlar. Yani katılma hakkı, yönetilenlerin yalnızca azınlık durumundaki bir kesimine tanınmıştır. Dolayısıyla buradaki demokrasinin ancak kısıtlı bir demokrasi olduğunu söylemek mümkündür. (10)
Nitekim yapılan araştırmalarda Atina'da, M.Ö. 4. Yüzyılda nüfusun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Mevcut nüfusun 100.000'i Atina vatandaşıdır. Atina vatandaşları arasında da, kadınlar, köleler ve yabancılar toplam nüfustan çıkarıldığında, sadece oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusun 30.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Böylece yönetime katılan vatandaş sayısı toplam nüfusa kıyaslandığında, katılımın oldukça sınırlı olduğu görülmektedir.
Öte yandan Atina Demokrasisi en parlak dönemini Perikles zamanında yaşanmıştır. Perikles M.Ö. 461'de başa geçmiş ve ölüm tarihi olan M.Ö. 429'a kadar görevi başında kalmıştır. Dönemin en büyük demokratik lideri olarak gösterilen Perikles'in, ünlü söylevinde, “demokrasinin birkaç kişinin değil, tüm yurttaşların katkıları ile var olacağını, herkesin eşit hak ve yükümlülüklere sahip bulunduğunu, yönetimlerde yeteneklerine ve liyakatine göre görev alabileceğini” söylediği aktarılmaktadır.
Sınırlı bir katılıma sahip olan Antik Yunan kent devletlerindeki demokrasi deneyimi, kısıtlı bir demokrasi deneyi olmasına rağmen, toplumsal barışı tesis etme, uzlaşmacı yaklaşım ve ortaklaşma gibi toplumu rahatlatacak ve herkesin yararına olacak kararlar alma bakımından, günümüz yerel yönetimlerine ışık tutucu, referans olabilecek özeliklere sahiptir.
Bugünkü Kent konseyi ve benzeri yapılanmalar, kent düzeyinde katılımı sağlama ve yönetim süreçlerine ortak olma mücadelesi bakımından, Antik Yunan demokrasisini çağrıştıran yapılanmalar olarak ifade edilebilirler.
Antik Roma'da katılım
Antik Dönem 'de katılımcı yönetimin diğer önemli bir örneğine eski Roma'da rastlamaktayız. Prof.Dr. Cem Eroğlu ”˜Devlet yönetimine katılma Hakkı' adlı kitabında, eski Roma'da İ.Ö.510 yılında krallığın yıkılıp Cumhuriyetin kurulması neticesinde, soyluPatricia sınıfı ile Roma yurttaşlarının çoğunluğunun oluşturan Pleb'ler arasında yaklaşık iki yüz yıl süren savaş sonunda, Patricia sınıfının ”˜Senato'suna karşı Plebler, ”˜Pleb Meclisi'ni kurarak, Roma yönetimine katılma hakkını elde ettiler”¦. Nihayet İ. Ö. 300 yılında gelindiğinde, Plebler, Roma yönetiminde Patricia sınıfı ile eşit duruma geliyor”¦ Ancak fetihçi bir Cumhuriyet olan Roma, gitgide kendi askerlerine yeniliyor ve İ. Ö. 31 yılında demokrasiye son verilerek, imparatorluk kuruluyor.
Bu arada, Roma Cumhuriyeti ile Atina Demokrasisi arasındaki temel fark, Atina'da doğrudan demokrasisinin, Roma'da ise temel fark, Atina'da doğrudan demokrasisin 'de katılımcılar mecliste her kararı bizzat kendileri vermektedirler. Oysa Roma ”˜da durum farklıdır. Burada kararlar halkın temsilcileri tarafından alınmaktadır. Yani Atina'da katılımcı demokrasi Roma'da ise bugünkü anlamı ile temsili demokrasi egemendir. Roma Cumhuriyeti'nin temsili demokrasi yapısı, yüzyıllar sonraki modern ulus devletlere örnek teşkil etmiş, hukuki yapısı, ise, çağdaş hukukun temelini oluşturmuştur. Nitekim bugün hala Antik Roma'nın hukuk sistemi, 'Roma Hukuku' adı altında Hukuk Fakültelerinde ders olarak okutulmaktadır.
Konfüçyüs dönemi
Eski Yunan ve Eski Roma dışında, Antik Dönem ”˜de siyasal katılma bakımında dikkati çeken başka ülke de Çin'dir Prof.Dr. Eroğlu' göre “Çin'de, kent devletlerinde gördüğümüz türden bir demokrasi uygulaması olmamakla birlikte, sözü edilen demokrasilerde bulunmayan bir siyasal katılma düzeneği var. Sınıf ayrımı gözetilmeden, yönetimde görevlendirilmesi esasında dayanan bu düzeneği, Eski Roma ve Eski Yunan'dan ayıran esas fark, bu yapıyı kurumsallaştırmasıdır”¦ Uygulamanın fikir babası Konfüçyüs'tür.(İÖ. 551-479)”¦ Konfüçyüs, siyasal işlev ile yönetim işlevinin birbirinden ayrılmasını, soyaçekim kuralının birinci işlev için yürürlükte tutulmasını, buna karşılık yönetim işlevinin, her sınıftan insanın katılacağı sınavlarla seçilecek yetenekli kişilere bırakılmasını önermiştir”¦ Bu yapı yönetilenlere, görece eşit koşullarda kamu yönetimine girme olanağı sağlanmıştır.
Batı Roma'nın yıkılışı sonrası Orta Çağ'da istilalarla birlikte yaygın ticaretin ve kentlerin etkinliğini yitirmesi, buna bağlı olarak Avrupa'da feodal düzenin ve kır yaşamının egemen olması, Antik Dönemin site/kent devletlerindeki siyasal katılıma benzer bir katılmayı Avrupa'nın gündeminden uzun bir süre kaldırılmıştır.
Antik Çağ'dan sonraki siyasal katılma dönemleri, hem Avrupa'da Amerika'da ortaya çıkan, ”˜temsil yolu ile devlet yönetimine katılma ”˜şeklinde dönüşmüştür. Böylece siyasal katılmanın serüveni,20.yüzyılın son çeyreğinde yeniden ve daha kapsayıcı bir perspektifle siyasal alanın gündemine oturan ”˜radikal demokrasi ”tartışmalarına kadar, temsili demokrasinin egemenliğinde sürüp gitmiştir.
Türkiye'de katılımcı Yönetim
Batıda yerel yönetimler. Köklü bir tarihi temele ve uzun bir demokrasi deneyine dayanır. 12. Yüzyılında itibaren, özelikle ticaretin gelişmesi ve yaygınlaşması ile birlikte, kentlerin merkezi yönetim karşısında, mali ve idari anlamda özerklik elde edip güçlenmesi ve muhalefet kültürünün gelişmesi ile ortaya çıkan batı yerel yönetim anlayışı, günümüze kadar sürekli bir tekâmül içinde, bugünkü demokrasi düzeyine ulaşmıştır.
Oysa Türkiye'nin böyle bir yerel yönetim deneyimi yoktur. Yani bizdeki yerel yönetim anlayışı ve uygulaması, batılı anlamda gerek aşağıdan yukarıya doğru şekillenmesi bakımından, tarihi temelden yoksundur.
Ancak bu durum, bizde yerel yönetim uygulanmasının olmadığı anlamına gelmez.
Klasik Dönem Osmanlı yönetim anlayışında, merkezi otoriteye bağlı, ama beledi fonksiyonlar bakımından çeşitli araçlarla ve kurumsal yapılarla şekillenmiş bir yerel yönetim modeli vardır. Merkezi yönetimin temsilcisi olan ”˜kadı', hem yargısal işlerden, hem de yerel yönetiminde sorumlu idi. Kadılık 'sistemi içeresinde, Kadı'nın yardımcısı olarak'Muhtesip'adlı bir şehir yöneticisi mevcuttu. Yine imamlarla, Kadı'nın ”˜Mahalle'den sorumlu temsilcileri idiler. Özellikle mahalle, Osmanlı yerel yönetimi içinde önemli bir yere sahiptir.
Osmanlı'da mahalle Hatta Osmanlı şehir yönetimi, esas itibariyle mahalle düzeyin de örgütlenmişti. Her mahalle, çeşmesi, camii, hamamı mektebi ve külliyesi ile birlikte sosyal, kültürel ve idari bir birimdi. Mahalledeki “doğum-ölüm” “evlenme boşanma” gibi nüfus hareketleri, yardımlaşma ve güvenlik işleri hep Kadı'nın yardımcısı durumundaki İmam'dan sorulurdu.(15)Ayrıca Vakfılar ve Loncalar şehir yönetiminde önemli sorumluklar üstlenen yerel kuruluşlardırlar. Fakat bütün bu yapılar kadılık sisteminin bir parçası olarak, merkezi yönetimin isteği ile onun emrinde ve himayesinde oluşturulmuş yapılardı. Özellikle bizdeki yerel yönetim anlayışı bu yanı ile ”˜Batı 'yerel yönetim anlayışından ve gelişiminden tamamen ayrılır.
Genel olarak siyasi kültürümüz, halk arama yönetiminde söz sahibi olma ve yönetim otoritesine karşı muhalefet etme yerine, yönetimin birliğini ve bütünlüğünü sağlayıcı ve ona bağlılığı esas alan bir temelde gelişti. Hâlbuki yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, yerel yönetimler tarihsel süreçte, ”˜muhalefet 'kavramı ekseninde şekillenmiş ve bu kavram çevresinde inkişaf etmişlerdir. Oysa bizde muhalefet kavramı gelişmemiş ve merkezi otoriteye bağlılık esas kabul edilmiştir.
Muhalefeti meşrulaştıramamak
Bizdeki muhalefet kültürünün gelişmeyişini Prof. Dr. Bilal Eryılmaz kamu yönetimi adlı kitabında şu şekilde açıklamaktadır:
”˜Meşru bir muhalefet kavramı, Tanzimat'a kadar Osmanlı devlet yönetiminde yoktur. Bunun nedeni, bütün devlet yetkilerinin padişahin şahsında toplanması ve sultanın Halife sıfatı ile olduğu dini kişiliğidir”¦ Padişahin manevi gücünü, Hz. Peygamberin halifesi olarak, dinden almakta olduğu düşünülürdü. Mahalli halkın ya da eşrafın, padişah karşısında özerk bir statü istemesinin bu bakımdan meşru bir gerekçesi yoktu. Çünkü padişah, yönetimi altındakileri, 'ilahi emanet ”˜olarak kabul ediyordu. Padişah ya da merkezi idare, kendi dışında oluşabilecek bir hakareti dinen ve siyaseten gayrimeşru görüyordu”¦ Osmanlı siyasi kültürü bu bakımdan ”˜muhalefet ”˜kurumunu meşrulaştırmadı ve dolası ile birlikte, Cumhuriyet döneminde de, yerel düzeyde katılımı gerçek anlamda tesis edecek bir mekanizma ya da yapısal dönüşüm gerçekleştirilemedi.
Nitekim Birleşmiş Milletler sürdürülebilir Kalkınma dünya zirvesi Türkiye Raporu'nda, Türkiye'deki siyasal katılmanın “daha çok seçimlere, seçim kampanyalarına katılma, bireysel ve topluluk girişimleri ile siyasal kurumlara talep iletme, şikayet ve dilekte bulunma içeriğinde olduğu “daha az oranda ise toplantılar yaparak tartışılıp, görüşüldüğü, siyasi tasarı veya önerilerde bulunduğu” şekilde tespite de yer vermektedir.