DOĞUDAN BATIYA, BATIDAN YURT DIŞINA GÖÇ İLE NEREYE KADAR
Bütün bunlar GÖC yetmez gibi; bu ülkede 560 bin kahvene, 270 bin İnternet kafe, belki bir O kadar da ahlak ve medeniyetten yoksun eğlence mekanlarına karşı, bir kısmı da kitaplara uyku çektiriyor halde, sadece 140 bin kütüphanesi olan ve dijital esarette çırpınan bir ülke gerçeğini düşününce ruh kimyamızın niye bozulduğunu daha iyi anlıyorum
millivicdan.org - DOĞUDAN BATIYA, BATIDAN YURT DIŞINA GÖÇ
REFAH-YOL Hükumeti döneminde, ER-VAK yönetimi olarak 12 Nisan 1995 yılında Çırağan Sarayında DAP'ın (Doğu Anadolu Kalkınma Projesi) geleceği konulu bir toplantı yapılmıştı.
Toplantıya O gün başbakanımız Rahmetli Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN Hoca'yı da Rahmeti Muhsin BAŞKAN aracılığı ile ben hassaten davet ettirmiştim. Muhsin BAŞKAN'da benden, Doğu Anadolu ve Erzurum ile ilgili rapor istemişti ve hazırladığım raporu toplantıda okumuştu.
Raporun bir bölümünde geçen altı çizili “ERZURUM KALİTELİ GÖÇ VERİYOR, KALİTESİZ GÖÇ ALIYOR” başlıklı kısım ile “HER KÖY, HER İLÇE HER ŞEHİR BATI TARAFINDAN GİREN YOLLARA DOĞRU GELİŞTİĞİ VE KÜMELENDİĞİ” tespiti DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) Uzmanlarının ilgisini çektiği için toplantı arasında Muhsin BAŞKAN'IN etrafına toplandı ve bu iki tespiti analiz etmeye başladılar..
Erzurum'un acı gerçeği “TÜRKİYE NİTELİKLİ GÖÇ VERİYOR, NİTELiKSİZ GÖÇ ALIYOR” ile ülke kaderine dönüşmüş durumda. Kısaca doğudan batıya, batıdan da dünyanın batısına GÖÇ ediyoruz..
Marmara, Akdeniz ve Ege sahillerine göçün boyutları son yıllarda iyice artmış durumda.
Emekli olan veya biraz birikim yapan, son yıllarda pılını pırtısını toplayıp sahillere iniyor..
On binlerce aile, yetmedi milyonlara Suriyeli bütün şehirlerde caddelerde sokak aralarında dileniyor”¦
Gölcükten Kuşadası'na, Ayvalık'tan Kaş'a kadar.. Bütçesine uygun yer bulan arkasına bakmadı; çekti gitti, göçün ana merkezi İstanbul oldu...
Başta İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi illerin yaşanmaz kent haline gelmesi ile psikolojisi her gün biraz daha bozulan, taksiciler, otobüs şoförleri ile bir yerden bir yere gitmenin imkansız hale geldi..
Üretim yerine rantı esas alan ekonomik politika ile, İmar rantının başta İstanbul olmak üzere Büyük Şehirleri nefes alamaz hale getirmesi şehirleşmeyi katletti..
Toplum siyasal dilin etkisi ile birbirini ötekileştirmekten yoruldu.. Her gün hayhuydan, her gün çekişmeden, iftiradan, yolsuzluktan bir kısmı ise yokluktan yoruldu..
Siyaset bir yalan sanatı olarak insanların üstüne üstüne gelmeye başladı..
Akli Vicdan arka plana itildi, yerine politik olarak kaybedilmişlik duygusu hakim oldu..
Ne yaparsam yapayım koşulları değiştiremem inancı toplumu umutsuzluk ile mikro çıkarları arasında kimliksizleştirdi.
Batıya ya da Güneye göç ise siyasal ve sorumluluk alanıyla ilişkiyi kesmenin yolu oluverdi,..
Büyük kentlerde iş artık aslanın ağzında. Hele gençlerin iş bulması çok zor. Gençler güneye gidip turizmde şansını denemek istedi..
Kazancı eskisi gibi olmayan esnaf, geçim sıkıntısına düşünce küçük sahil kasabalarına “ekmeğimi çıkarırım” akın etti...
Emekli maaşıyla geçinemeyenler ya büyük şehirde refleksleri zayıflamış halde tekçilik yapıyor, bir kısım ise akıllılık ile sebzesi meyvesi ucuz, güneşi bol kasabalara yerleşti..
Bir de yurt dışına göç var ki. Son yıllarda ve özellikle 15 Temmuz sonrası bir hayli arttı.... Buna “Yurt Dışı Kaliteli Göç” de diyebilir ve de şöyle sıralayabiliriz...
1- Maddi imkana sahip olan göçüyor.
2- Çok iyi öğretim ve eğitim görmüş yani ülkenin kalkınmasında fayda sağlayacaklar göçüyor.
3-İyi öğrenim görmek ve eğitim almak isteyenler de göçüyor ve büyük çoğunluğu dönmüyor”¦
Parası olan, mesela İspanya'da yada Kanada'dan ev satın alıyor; oturma hakkı kazanıyor. Gidip yerleşiyor..
Önemli Not; Ünlü fizikçi Albert Einstein, 1933te siyasi nedenlerle Almanya'dan Amerika'ya göç etmiştir. Bilimsel çalışmalarına burada devam etmiştir. Hatta bugün ABD'nin başına gelip, Almanya'nın başına bela olan Trunp'ta Almanya'dan göçmüş bir ailenin çocuğudur
Bu öyle birkaç yüz kişi değil binlerce hatta on binlerce kişi”¦
Binlerce kişi İspanya'da, İtalya'da, Yunanistan'da ev alıp bir ayağını oraya attı.. İngiltere'de yatırım yapanların veya bir işe ortak olup oturma izni alanların haddi hesabı yok.
İngiliz'in yeni gözde sömürgesi Kanada'ya gidenler ise akın akın.
İyi eğitimliler yurt dışındaki şirketlerden teklif gelince bir saniye düşünmeden gidiyor. Neresi olursa olsun. Almanya, Fransa, Çin veya Avustralya fark etmez...
Zaten ülkenin en zeki en iyi yetişmişler ini kaybetmiştik, benim soyumdan dahi onlarca var”¦
Bir anekdot; Bir yeğenime; “Oğlum, ne zaman ülkene geleceksin? Bu ülkenin size ihtiyacı var” dedim, döndü dedi ki “Amca, Türkiye'de benim alanda ilimi zemin hazırlanmıyor, bana sadece gel genel müdür ol, ...on bin dolar maaş, altına makam arabası bir de şoför verelim göbek büyüt gibisinden teklifler geliyor, ben gelirsem ilmen biterim ancak ben TÜBİTAK yolu ile talep ettiklerinde her türlü desteği de veriyorum” dedi..
İyi eğitim alsın, yurt dışıyla bağı olsun isteyenler çocuklarını Avrupa'daki, Amerika'daki, Kanada'daki üniversitelere gönderiyor. Çocuk yurt dışında gidince ana-baba da peşinden gidiyor..
Üniversite bitiyor, o genç Türkiye'ye dönmüyor.
Esas tehlike burada”¦ Geleceğe ve çocuklarımıza hakkıyla yatırım yapamıyoruz.
80 milyonluk ülkeyiz ama gidenlerin niteliği ebetteki ÇOK ama ÇOK önemli.
TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik bakın ne diyor: ”˜Son yıllarda nitelikli iş gücünün kaynağı olan gençlerimiz çoğunlukla eğitimden sonra Türkiye'ye dönmek yerine yurt dışında çalışmayı tercih ediyor. Hatta yüksek nitelikli çalışanlarımızın bir kısmı da aileleriyle birlikte yurt dışında yaşamayı tercih etmeye başladı. Bu sayılar önemli yüzdeler teşkil etmese de NİTELİK açından bakıldığında önemli kayıplar olduğunu söyleyebiliriz..'
Türkiye ise iki büyük toplumsal tehlikeyle karşı karşıya. Başta İstanbul olmak üzere Büyük Şehirde yaşayanlar daha sık sık karşılaşıyordur.
1)Yolun kenarında oturmuş boş boş bakan gençlere, kaldırıma boylu boyunca yatan kendinden geçmiş insanlara, gözleri kibrit çöpü gibi tek çizgi haline gelmiş çocuk yaştaki delikanlılara, para isterken ağzı konuşamayacak kadar kurumuş genç yaşlılara... 15, 16, 20 yaşlarında çocuklar... Bonzai denilen sentetik uyuşturucu içmişler. Yaşayan ölü gibiler. Felç olmuş gibi tek bir noktaya bakarak saatlerce oturuyorlar.
Yapılan araştırmalar korkutucu boyutta. Türkiye'de 500 bin kişi bonzai kullanıyormuş. Çoğu genç, çoğu çocuk denecek yaşta. Fiyatı ucuz. Beş lira, on lira... Sorun bonzai denen illetin ucuz olması değil, sorun gençlerin neden içtiği!
2) Başta Suriye olmak üzere gelen mülteci sorunu, kucağında yeni doğmuş bebeler ile insanın içini acıtan manzaralar. Diğer yandan insan tacirlerinin, fuhuş çetelerinin uyuşturucu baronlarının eline düşmüş niceleri!
Bütün bunların bizi geçmişte Hindistan ile yarışan Pakistan'ın, Afganistan üzerinden düştüğü duruma ülkemizin de Suriye üzerinden düşme tehlikesidir..!?
3) Bütün bunlar yetmez gibi; bu ülkede 560 bin Kahvene, 270 bin İnternet Kafe, belki bir O bu kadar da ahlak ve medeniyetten yoksun eğlence mekanlarına karşı, bir kısmı da kitaplara uyku çektiriyor halde, sadece 140 bin kütüphanesi olan ve dijital esarette çırpınan bir ülke gerçeğini düşününce ruh kimyamızın niye bozulduğunu daha iyi anlıyorum.
Asıl üzerinde düşünülmesi gereken üç husus:
*Devleti idare eden ister siyasal ister bürokratik aklın neden “yürüdüğü tarafa söven” ve toplumda bu konuda güdüleyen bir anlayışa esir olmak..
**Neden Japonya gibi, Almanya gibi çalışmak ve üretmeyi kutsayan bir anlayış ile bir hukuk düzeni yerine, onların üretip, üzerine kar edip, üzerinden de vergi aldıktan sonraki fiyatın üzerine iki kat vergi koymak ve kendi vatandaşını kazıklamayı ekonomik model zannediyoruz.
*** Galiba acı gerçek ise; Elin parası ile elden araba ya da cep telefonu alıp, araçlarını güncelleyip kendilerini güncelleyemeyen bir toplumun, yönetilenler tarafından istismar etmenin toplumsal karaktere bürünmüş olmasıdır”¦
Bütün bunlara rağmen asla umutsuz olmayacağız, belki ruhumuz, canımız acıyacak ama Mevlana'nın dediği gibi “Geçmişe keşke deyip, gelecekten de endişe ederek Allah ile aramıza asla duvar örmeyeceğiz”, ve Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşında “Ordu yok' dediler ”˜Yapılır' dedi; ”˜Para yok” dediler. “Bulunur” dedi; “Düşman çok” dediler, “Yenilir” demeyi hele bugünün imkanlarıyla HAYKIRMAK zorundayız”¦
MUHABBETLERİMLE
Emrullah ÖNALAN
Sorumlu Bağımsız Baş Denetçi / Mali Müşavir