DÜNYA VE TÜRKİYE'DE KATILIMCI YÖNETİMİN İZLERİ (1) - Tahsin BULUT | Milli Vicdanın İlimle Hicreti
  • YAZARLAR
  • Emrullah ÖNALAN
  • Mehmet Zeki İŞCAN
  • Cevat GERNİ
  • Hasan SAĞINDIK
  • Seyfullah TÜRKSOY
  • Menderes ALPKUTLU
  • Lütfü ŞEHSUVAROĞLU
  • Turan GÜVEN
  • M. Hanefi PALABIYIK
  • Kemal Polat
  • İrfan SÖNMEZ
  • Mustafa AKIN
  • Hacı GÜRHAN
  • Hafize ŞAHİNER
  • Fatma Sönmez
  • Ahmet ÜNAL
  • İrfan SEVİNÇ
  • Şahabettin YILDIZ
  • Oğuzhan ÖLMEZ
  • Ahmet Coşkun DÜNDAR
  • Muharrem BİTİREN
  • Mehmet SAĞLAM
  • Mete ÖZDİKİCİ
  • Ahmet ÖZTÜRK
  • Ufuk ÜNAL
  • B.BARIŞ KERİMOĞLU
  • M.Çağdaş ÇAYIR
  • Ahmet İZZETGİL
  • ERHAN HAŞLAK
  • Veysel AŞKIN
  • Suat UNGAN
  • Hayrullah DEMİR
  • Cemil İLBAŞ
  • Tahsin BULUT
  • Coskun KÖKEL
  • Bülent KARAKELLE
  • Senar BAŞAK
  • Küşat TAŞKIN
  • Orhan ARSLAN
  • Hakkı DURU
  • Hüseyin AKDOĞAN
  • Osman Kenan AKSOY
  • Hayrettin NEŞELİ
  • Kerim Alperen İBİŞ
  • R.Alparslan TOMBUL
  • Mehmet DOĞAN
  • Ali ARASOĞLU
  • Manaf BAGİRZADE
  • Zülfikar ÖZKAN
  • Veysi ERKEN
  • Abdulnasir KIMIŞOĞLU
  • Ömer YÜCE
  • Cengiz Yavilioğlu
  • Kemal YAVUZ
  • M.Lütfü YILDIZ
  • Orhan İBİŞOĞLU
  • Mehmet OKKALI
  • İsmet TAŞ
  • İsmail GÜVENÇ
  • M.Alperen ÇÜÇEN
  • Orhan KAVUNCU
  • Mustafa Toygar
  • Mete GÜNDOĞAN
  • Sadi SOMUNCUOĞLU
  • Ertugrul ASİLTÜRK
  • Yunus EKŞİ
  • Muhammet Esat KESKİN
  • Yücel OĞURLU
  • Aynur URALER
  • Hasan Gökhan Kotan
  • Mehmet Akif OKUR
  • Bozkurt Yaşar ÖZTÜRK
  • Mahmut Celal ÖZMEN
  • Fazlı POLAT
  • Mustafa İLBAŞ
  • Serkan AKIN
  • Musa IŞIN
  • Gündüz GÜNEŞ
  • Enver Alper GÜVEL
  • Necdet TOPCU
  • Onur ERSANÇMIŞ
  • Mehmet Bozdemir
  • Fahri Akmansoy
  • M. İkbal Bakırcı
  • M.Talât UZUNYAYLALI
  • Rubil GÖKDEMİR
  • Zeki ŞAHİN
  • Özkan ÖZKAYA
  • Dr. Muhsin YILMAZÇOBAN
  • İparhan UYGUR
  • Sami ŞENER
  • Hakkı ÖZNUR
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Nurettin KALDIRIMCI
  • Ali Rıza MALKOÇ
  • Namık Kemal ZEYBEK
  • Atilla BİTİGEN
  • Mahmut Zeki ÇABUK
  • Emre KESKİN
  • Şener MENGENE
  • Selami BERK
  • Mehmet MUTLUOĞLU
  • Abdullah NEHİR
  • Gafur OTURAK
  • Recai ÇELİK
  • Ahmet Berhan YILMAZ
  • Nazmi ÖLMEZYİĞİT
  • Necdet BAYRAKTAROĞLU
  • Tarık Sezai KARATEPE
  • nikaO
  • Mustafa Duman
  • Ramazan ASLANBABA
  • Feyzullah BUDAK
  • Mahmut Esfa EMEK
  • Orhan SÖYLEMEZ
  • Asiye TÜRKAN
  • MİLLİ VİCDAN
  • KONUK MAKALELERİ
    DÜNYA VE TÜRKİYE'DE KATILIMCI YÖNETİMİN İZLERİ (1)
    Yazar: Tahsin BULUT
    Katılma veya katılımın toplumbilim açısından terminolojik karşılığı, “iletişim veya ortak davranışta bulunma yolu ile belirli bir toplumsal duruma girme süreci şeklinde ifade edilmektedir.
    millivicdan.org - Katılım ve Tarihsel Süreç

    Katılım
    Katılma veya katılımın toplumbilim açısından terminolojik karşılığı, “iletişim veya ortak davranışta bulunma yolu ile belirli bir toplumsal duruma girme süreci, iştirak” (1) şeklinde ifade edilmektedir.
    Değişik türlerde ortaya çıkan ve farklı mekanizmalar üzerinden gerçekleşen katılım, koşulların ve imkânların el vermesi halinde, kişiler tarafından bireysel irade ile gerçekleştirilen bir katkıdır. Bireylerin kendileri ile ama aynı zamanda toplulukla ilgili kararlara ve uygulamalara iştirak etmeleri ile anlam kazanan, bir sosyo-kültürel davranış biçimidir.
    Katılım bireyle topluluk arasındaki ilişkiyi güçlendirerek, birlikte hareket etme ve ortaklaşa karar alma kültürünü geliştiren bir eylemdir. Dolayısıyla katılımcının sürece anlamlı katkı koymasını ve bu katkının karar sürecini etkilemesini gerektirir.
    Yani katılım, fikri düzlemde ve fiili olarak gerçekleşmenin ötesinde, ilgili konu üzerinde alınan kararı ve uygulamayı etkileyici olmalıdır. Aksi halde sadece bir araya gelmekten öte bir anlam taşımaz.
    Nitekim ”˜Katılımcılık ve Kalkınma Ekseninde Yerel Sosyal Politikalar' adlı çalışmalarında Prof. Dr. Ali Seyyar ve Oral Demir katılımı, “gündemi oluşturacak konular, bu konularla ilgili olarak ortaklaşa alınan kararlar ve uygulamalar ve bu uygulamaların denetimine kadar tüm aşamaları ilgilendiren bir süre甝 (2) olarak tanımlanmaktadırlar.
    Siyasal Katılma
    Bu çalışmada katılımdan kastedilen, siyasal katılımdır. En kısa tanımıyla siyasal katılmayı, yönetilenlerin yönetimde doğrudan söz sahibi olmalarına, kararlara doğrudan katılmalarına ve sonuçları etkilemelerine dayanan eylem olarak ifade edebiliriz.
    Yani siyasal katılma, sadece belirli zaman aralıklarında oy verme ile sonuçlanan değil, toplumsal düzenin bütün aşamalarında gerçekleşmesi gereken bir eylemler bütünüdür. Şöyle ki bu eylemler, toplumsal düzenin kuruluşu, yönetimi ve denetimine dair politikaların belirlenmesi, bu politikalar ekseninde ilgili kararların alınması ve bu kararların uygulanmasına ilişkin çabaların tümünü kapsar. Katılımcıların bu aşamalardan birine katılmaması, siyasal katılmanın yeterince gerçekleşmediği anlamına gelir.(3)
    Ancak buna rağmen siyasal katılmanın yönetimin bazı aşamalarında gerçekleşmesi ve katılımcıların imkânları ya da güçleri oranında bu aşamaya katılmaları da, siyasal katılma bakımından bir anlam ifade eder. Yani kamu iradesi bakımından bir kararın tasarlanması, hazırlanması, olgunlaştırılması, kesinleştirilmesi ve uygulanması aşamasından birine, bir kaçına veya bütününe, o karardan doğrudan veya dolaylı olarak etkilenecek kişilerin, imkânları, zamanları ve güçleri oranında sürece katkıda bulunmaları, siyasal katılmadır. Tabiatı ile bu aşamaların birine veya bir kaçına katılmaya göre, tümüne katıma ve sonuçlar üzerinde müessir olma, katılımın anlamını ve değerini daha da güçlendirmektedir.(4)
    Kuşkusuz siyasal katılma deyince, ulusal veya yerel düzeyde devlet yönetimine yada kamu yönetimine katılma anlaşılmaktadır. Zira devletin veya kamu idaresinin bulunmadığı yerde de mutlaka bir kamu yönetimi mekanizması ya da bir başka ifade ile bir devlet aygıtı olmalıdır. O halde siyasal katılmayı, katılımın tüm aşamaları ekseninde devlet yönetimine katılma biçiminde anlamak, gerçekçi bir tavır olacaktır. Bu noktada siyasal katılım, devlet vatandaş ayrımını ya da yöneten yönetilen ikiliğini, yönetimin tüm aşamalarında ortadan kaldırma, birlikteliğe dönüştürme çabası olarak da ifade edilebilir.(5)
    Öte yandan siyasal katılmanın esas önemi vatandaşların, kamu yönetiminin çeşitli düzeydeki kararlarına ve uygulamalarına bizzat iştirak edip, onları etkileyerek, mevcut sistem karşısında kendi istek ve beklentileri doğrultusunda belirli bir tutumu ve davranışı ortaya koymaları ile ortaya çıkar.
    Yukarıda da belirttiğimiz gibi katılmayı seçimden seçime oy kullanmak olarak anlamak, eksikli bir demokrasi anlayışının ifadesidir. Hâlbuki katılma çok daha geniş bir kapsama alanına sahiptir. Hatta bu alan basit bir meraktan ya da ilgiden yoğun bir eyleme kadar seyreden geniş bir tutum, davranış ve faaliyet çerçevesine uzanır. (6)
    Esasen katılmada, herkesin yararına, ortaklaşmayı esas alan kolektif bir bilinç ve kolektif bir tutum söz konusudur. Bu anlamı ile katılma, çeşitli toplum kesimlerine temsil olanağı sağlayan, aynı zamanda toplumun tüm üyeleri için fırsatlar yaratan, bu fırsatlara erişimi kolaylaştıran, toplumsal uzlaşmayı ve ”˜siyasal etki eşitliğini' esas alan bir demokratik yapılanmayı ifade eder. Aynı zamanda böyle bir yapılanmada, yönetenlerin açıklık, şeffaflık, hesap sorma ve hesap verme gibi çağdaş kamu yönetiminin ilkeleri doğrultusunda hareket etme mecburiyetleri esastır.
    Bu nedenle ideal katılımda yönetim halkı hesaba katmalı, onu duymalı, eleştirileri dikkate almalı, halka rağmen aldığı kararlar varsa bunları halkın beklenti ve istekleri doğrultusunda gözden geçirmeli ve bu noktada fazlası ile sorumluluk sahibi olmalıdır. Nitekim siyasal katılımın amaçları da yönetime böyle bir sorumluluk yüklemektedir.
    Siyasal Katılmanın Amaçları
    Yeri gelmişken siyasal katılımın amaçlarını kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür.
    -Karar vericilerin ya da yöneticilerin halkın önceliklerini anlaması ve kararlarında bunlara yer vermesi,
    -Kaynakların verimli ve etkin kullanılmasının sağlanması harcamaların halk tarafından izlenebilmesi,
    -Vatandaşların ve örgütlü kesimlerin yerel bilgisinin, deneyimlerin kararlara dahil edilmesi, örgütsüz ve seslerini başka yollarla duyurma imkanı olmayan kesimlerin yönetim ve uygulama sürecine dahil edilmesi,
    -Doğru işlerin doğru zamanda ve uygun sürede yapılması,
    -Kayırmacılık, yolsuzluk ve kliental ilişkilerin idare edilmesi veya minimize edilmesi,
    -Yönetimce alınan kararların meşruiyetinin tahkim edilmesi,
    -Kamu görevlileri için planlamada olduğu gibi bazen yasal bir zorunluluğun yerine getirilmesi. (7)
    Diğer taraftan, mevcut sistemin ya da düzenin sorunlarına karşı duyarlı vatandaşların, müdahil olma, çözüm arama ve ya çalışmalara iştirak etme arzusu ile ortaya çıkan siyasal katılım, gelişmiş demokrasilerin niteliğini, yaygınlığını ve etkinliğini ölçen en önemli kriterlerden biri olarak kabul edilmektedir.
    Ayrıca katılım, bireylerde demokrasi duygusunu geliştirme yönünde de önemli bir etkiye sahiptir. Özellikle mahalli idareler bakımından düşünüldüğünde vatandaşların kendilerini ilgilendiren kararlara katılımı, yani mahalli düzeyde katılım, küresel ve ulusal düzeye göre çok daha kolay ve etkin olmaktadır. Nitekim yönetim birimlerinin vatandaşa yakınlığı nedeni ile, yerel düzeyde halkın seçilmiş ve atanmış kamu görevlilerinin karar ve uygulamalarını hem daha etkili biçimde denetleyebilmesi, hem de politikalara, kararlara ve uygulamalara daha kolay bir biçimde katılabilmesi söz konusudur. Çünkü katılımın merkezden yerele inildikçe arttığı ve katılımcıların da etkinliğini artırdığı şeklindeki tespit, uzun deneyimler neticesinde ortaya çıkmıştır ve genel anlamda kabul görmektedir. Yerel düzeyde katılımın artması ve demokrasinin yerelde daha kolay başarılmasını mümkün kılması nedeniyledir ki, yerel yönetimlere demokrasinin okulu denilmektedir. (8)
    Bütün bunlarla birlikte, yurttaşların kamu yönetiminin çeşitli düzeydeki karar ve uygulamalarını etkileme arzusu ve ortaklaşma kültürünü geliştirme isteği devlet yapısı, yönetim biçimi, kurulu sistem, sivil toplum kapasitesi, egemen kültür ve bireysel gelişmişlik gibi birçok parametreye bağlı olarak, ülkeden ülkeye ve kentten kente değişmektedir.

    Tarihsel Süreçte Katılım
    Yönetime doğrudan katılımın ilk örneğine, Eski Yunan site/şehir devletlerinde rastlıyoruz. Doğrudan veya katılımcı demokrasinin bilinen ilk örneğini oluşturan bu sistem, Atina Demokrasisi olarak da anılır. M.Ö. 3. Yüzyılın ortalarına kadar, yani yaklaşık iki yıl sürüyor.
    Esasen erken dönem demokrasileri de denilen, ilkel demokratik kurumların, kentlerin ilk ortaya çıktığı yer olarak kabul edilen Mezopotamya kent devletlerinde var olduğu düşünülmektedir. Ancak bahse konu bu yapılar, tarihte kayda değer bir ize sahip değillerdir. Aynı zamanda kendilerinden sonraki toplumlar üzerinde de demokratik kurumların geliştirilmesi bakımından önemli bir etkileri yoktur.
    Bu nedenle, kabile demokrasileri de denilen eski Mezopotamya kent devletlerindeki bu yapılarla Eski Yunan Demokrasisi' ni kıyasladığımızda, siyaset hakkında sistematik olarak düşünme, gözleme, yorumlama, siyaset teorileri geliştirme, kamusal tartışma sonucu karar alma ve bu kararlara uyma sanatını keşfetme gibi hususlarda Eski Yunan Demokrasisi ilk uygulama olarak kabul görür.

    Atina Demokrasisi
    Atina Demokrasisi site/devlet yönetiminde meclis oluşturma ve katılımcılarla birlikte tüm kararları bu mecliste alma ve bu kararlar doğrultusunda uygulamalar yapma bakımından tarihte ilk olma özelliğini taşımaktadır. Meclis devletin en üst organı olarak görev yapmaktadır ve meclisin üzerinde hiçbir güç yoktur. Öte yandan Atina Demokrasisinde dikkat çeken bir başka özellik ise, meclisin en üst organ olmasının yanında, yargı erkinin meclisten bağımsızlığıdır. Hatta yargı gücü zaman zaman meclisten daha etkili görev yapmaktadır. (9)
    Antik Yunan demokrasisinde, teoride bütün yurttaşlar, yasama organı durumundaki ”˜Eklesia' adı verilen şehir meclisinde, oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti. Ancak bu sistemde ilk dikkati çeken özellik, bariz bir eşitsizliğin var olması ve özgürlük yerine aksine bir baskının mevcudiyetidir. Nitekim katılım halkın tamamını kapsamamaktadır. Toplumun çoğunluğunu oluşturan kölelerle yabancılar, katılımın tamamen dışındadırlar. Ayrıca yurttaşların yarısını oluşturan kadınlar da, katılım hakkında yoksundurlar. Yani katılma hakkı, yönetilenlerin yalnızca azınlık durumundaki bir kesimine tanınmıştır. Dolayısıyla buradaki demokrasinin ancak kısıtlı bir demokrasi olduğunu söylemek mümkündür. (10)
    Nitekim yapılan araştırmalarda Atina'da, M.Ö. 4. Yüzyılda nüfusun 250.000-300.000 arasında olduğu tahmin edilir. Mevcut nüfusun 100.000'i Atina vatandaşıdır. Atina vatandaşları arasında da, kadınlar, köleler ve yabancılar toplam nüfustan çıkarıldığında, sadece oy verme hakkına sahip yetişkin erkek nüfusun 30.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Böylece yönetime katılan vatandaş sayısı toplam nüfusa kıyaslandığında, katılımın oldukça sınırlı olduğu görülmektedir.
    Öte yandan Atina Demokrasisi en parlak dönemini Perikles zamanında yaşanmıştır. Perikles M.Ö. 461'de başa geçmiş ve ölüm tarihi olan M.Ö. 429'a kadar görevi başında kalmıştır. Dönemin en büyük demokratik lideri olarak gösterilen Perikles'in, ünlü söylevinde, “demokrasinin birkaç kişinin değil, tüm yurttaşların katkıları ile var olacağını, herkesin eşit hak ve yükümlülüklere sahip bulunduğunu, yönetimlerde yeteneklerine ve liyakatine göre görev alabileceğini” söylediği aktarılmaktadır.
    Sınırlı bir katılıma sahip olan Antik Yunan kent devletlerindeki demokrasi deneyimi, kısıtlı bir demokrasi deneyi olmasına rağmen, toplumsal barışı tesis etme, uzlaşmacı yaklaşım ve ortaklaşma gibi toplumu rahatlatacak ve herkesin yararına olacak kararlar alma bakımından, günümüz yerel yönetimlerine ışık tutucu, referans olabilecek özeliklere sahiptir.
    Bugünkü Kent konseyi ve benzeri yapılanmalar, kent düzeyinde katılımı sağlama ve yönetim süreçlerine ortak olma mücadelesi bakımından, Antik Yunan demokrasisini çağrıştıran yapılanmalar olarak ifade edilebilirler

    Antik Roma'da katılım
    Antik Dönem 'de katılımcı yönetimin diğer önemli bir örneğine eski Roma'da rastlamaktayız. Prof.Dr. Cem Eroğlu ”˜Devlet yönetimine katılma Hakkı' adlı kitabında, eski Roma'da İ.Ö.510 yılında krallığın yıkılıp Cumhuriyetin kurulması neticesinde, soylu Patricia sınıfı ile Roma yurttaşlarının çoğunluğunun oluşturan Pleb'ler arasında yaklaşık iki yüz yıl süren savaş sonunda, Patricia sınıfının ”˜Senato'suna karşı Plebler, ”˜Pleb Meclisi'ni kurarak, Roma yönetimine katılma hakkını elde ettiler”¦. Nihayet İ. Ö. 300 yılında gelindiğinde, Plebler, Roma yönetiminde Patricia sınıfı ile eşit duruma geliyor”¦ Ancak fetihçi bir Cumhuriyet olan Roma, gitgide kendi askerlerine yeniliyor ve İ. Ö. 31 yılında demokrasiye son verilerek, imparatorluk kuruluyor.
    Bu arada, Roma Cumhuriyeti ile Atina Demokrasisi arasındaki temel fark, Atina'da doğrudan demokrasisinin, Roma'da ise temel fark, Atina'da doğrudan demokrasisin 'de katılımcılar mecliste her kararı bizzat kendileri vermektedirler. Oysa Roma ”˜da durum farklıdır. Burada kararlar halkın temsilcileri tarafından alınmaktadır. Yani Atina'da katılımcı demokrasi Roma'da ise bugünkü anlamı ile temsili demokrasi egemendir. Roma Cumhuriyeti'nin temsili demokrasi yapısı, yüzyıllar sonraki modern ulus devletlere örnek teşkil etmiş, hukuki yapısı, ise, çağdaş hukukun temelini oluşturmuştur. Nitekim bugün hala Antik Roma'nın hukuk sistemi, 'Roma Hukuku' adı altında Hukuk Fakültelerinde ders olarak okutulmaktadır.

    Konfüçyüs dönemi
    Eski Yunan ve Eski Roma dışında, Antik Dönem ”˜de siyasal katılma bakımında dikkati çeken başka ülke de Çin'dir Prof.Dr. Eroğlu' göre “Çin'de, kent devletlerinde gördüğümüz türden bir demokrasi uygulaması olmamakla birlikte, sözü edilen demokrasilerde bulunmayan bir siyasal katılma düzeneği var. Sınıf ayrımı gözetilmeden, yönetimde görevlendirilmesi esasında dayanan bu düzeneği, Eski Roma ve Eski Yunan'dan ayıran esas fark, bu yapıyı kurumsallaştırmasıdır”¦ Uygulamanın fikir babası Konfüçyüs'tür.( İÖ. 551-479)”¦ Konfüçyüs, siyasal işlev ile yönetim işlevinin birbirinden ayrılmasını, soyaçekim kuralının birinci işlev için yürürlükte tutulmasını, buna karşılık yönetim işlevinin, her sınıftan insanın katılacağı sınavlarla seçilecek yetenekli kişilere bırakılmasını önermiştir”¦ Bu yapı yönetilenlere, görece eşit koşullarda kamu yönetimine girme olanağı sağlanmıştır.
    Batı Roma'nın yıkılışı sonrası Orta Çağ'da istilalarla birlikte yaygın ticaretin ve kentlerin etkinliğini yitirmesi, buna bağlı olarak Avrupa'da feodal düzenin ve kır yaşamının egemen olması, Antik Dönemin site/kent devletlerindeki siyasal katılıma benzer bir katılmayı Avrupa'nın gündeminden uzun bir süre kaldırılmıştır.
    Antik Çağ'dan sonraki siyasal katılma dönemleri, hem Avrupa'da Amerika'da ortaya çıkan, ”˜temsil yolu ile devlet yönetimine katılma ”˜şeklinde dönüşmüştür. Böylece siyasal katılmanın serüveni,20.yüzyılın son çeyreğinde yeniden ve daha kapsayıcı bir perspektifle siyasal alanın gündemine oturan ”˜radikal demokrasi ”tartışmalarına kadar, temsili demokrasinin egemenliğinde sürüp gitmiştir.

    Türkiye'de katılımcı Yönetim
    Batıda yerel yönetimler. Köklü bir tarihi temele ve uzun bir demokrasi deneyine dayanır. 12. Yüzyılında itibaren, özelikle ticaretin gelişmesi ve yaygınlaşması ile birlikte, kentlerin merkezi yönetim karşısında, mali ve idari anlamda özerklik elde edip güçlenmesi ve muhalefet kültürünün gelişmesi ile ortaya çıkan batı yerel yönetim anlayışı, günümüze kadar sürekli bir tekâmül içinde, bugünkü demokrasi düzeyine ulaşmıştır.
    Oysa Türkiye'nin böyle bir yerel yönetim deneyimi yoktur. Yani bizdeki yerel yönetim anlayışı ve uygulaması, batılı anlamda gerek aşağıdan yukarıya doğru şekillenmesi bakımından, tarihi temelden yoksundur.
    Ancak bu durum, bizde yerel yönetim uygulanmasının olmadığı anlamına gelmez.
    Klasik Dönem Osmanlı yönetim anlayışında, merkezi otoriteye bağlı, ama beledi fonksiyonlar bakımından çeşitli araçlarla ve kurumsal yapılarla şekillenmiş bir yerel yönetim modeli vardır. Merkezi yönetimin temsilcisi olan ”˜kadı', hem yargısal işlerden, hem de yerel yönetiminde sorumlu idi. Kadılık 'sistemi içeresinde, Kadı'nın yardımcısı olarak'Muhtesip'adlı bir şehir yöneticisi mevcuttu. Yine imamlarla, Kadı'nın ”˜Mahalle'den sorumlu temsilcileri idiler. Özellikle mahalle, Osmanlı yerel yönetimi içinde önemli bir yere sahiptir.

    Osmanlı'da mahalle'
    Hatta Osmanlı şehir yönetimi, esas itibariyle mahalle düzeyin de örgütlenmişti. Her mahalle, çeşmesi, camii, hamamı mektebi ve külliyesi ile birlikte sosyal, kültürel ve idari bir birimdi. Mahalledeki “doğum-ölüm” “evlenme boşanma” gibi nüfus hareketleri, yardımlaşma ve güvenlik işleri hep Kadı'nın yardımcısı durumundaki İmam'dan sorulurdu.(15)Ayrıca Vakfılar ve Loncalar şehir yönetiminde önemli sorumluklar üstlenen yerel kuruluşlardırlar. Fakat bütün bu yapılar kadılık sisteminin bir parçası olarak, merkezi yönetimin isteği ile onun emrinde ve himayesinde oluşturulmuş yapılardı. Özellikle bizdeki yerel yönetim anlayışı bu yanı ile ”˜Batı 'yerel yönetim anlayışından ve gelişiminden tamamen ayrılır.
    Genel olarak siyasi kültürümüz, halk arama yönetiminde söz sahibi olma ve yönetim otoritesine karşı muhalefet etme yerine, yönetimin birliğini ve bütünlüğünü sağlayıcı ve ona bağlılığı esas alan bir temelde gelişti. Hâlbuki yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, yerel yönetimler tarihsel süreçte, ”˜muhalefet 'kavramı ekseninde şekillenmiş ve bu kavram çevresinde inkişaf etmişlerdir. Oysa bizde muhalefet kavramı gelişmemiş ve merkezi otoriteye bağlılık esas kabul edilmiştir.
    Muhalefeti meşrulaştıramamak
    Bizdeki muhalefet kültürünün gelişmeyişini Prof. Dr. Bilal Eryılmaz kamu yönetimi adlı kitabında şu şekilde açıklamaktadır:
    ”˜Meşru bir muhalefet kavramı, Tanzimat'a kadar Osmanlı devlet yönetiminde yoktur. Bunun nedeni, bütün devlet yetkilerinin padişahin şahsında toplanması ve sultanın Halife sıfatı ile olduğu dini kişiliğidir”¦ Padişahin manevi gücünü, Hz. Peygamberin halifesi olarak, dinden almakta olduğu düşünülürdü. Mahalli halkın ya da eşrafın, padişah karşısında özerk bir statü istemesinin bu bakımdan meşru bir gerekçesi yoktu. Çünkü padişah, yönetimi altındakileri, 'ilahi emanet ”˜olarak kabul ediyordu. Padişah ya da merkezi idare, kendi dışında oluşabilecek bir hakareti dinen ve siyaseten gayrimeşru görüyordu”¦ Osmanlı siyasi kültürü bu bakımdan ”˜muhalefet ”˜kurumunu meşrulaştırmadı ve dolası ile birlikte, Cumhuriyet döneminde de, yerel düzeyde katılımı gerçek anlamda tesis edecek bir mekanizma ya da yapısal dönüşüm gerçekleştirilemedi.
    Nitekim Birleşmiş Milletler sürdürülebilir Kalkınma dünya zirvesi Türkiye Raporu'nda, Türkiye'deki siyasal katılmanın “daha çok seçimlere, seçim kampanyalarına katılma, bireysel ve topluluk girişimleri ile siyasal kurumlara talep iletme, şikayet ve dilekte bulunma içeriğinde olduğu “daha az oranda ise toplantılar yaparak tartışılıp, görüşüldüğü, siyasi tasarı veya önerilerde bulunduğu” şekilde tespite de yer vermektedir.